11 Kasım 2010 Perşembe
Avusturalya
FAREWELL TO AUSTRALIA
Avusturalya FLICKR resimleri için TIKLAYIN
Avusturalya benim icin karavan hayatiyla icice girmis oldugundan, burdan ayrilirken hissettigim huznun ne kadari Avusturalya’ya ait aslinda tam olarak kestiremiyorum. Evimi, henuz teslim etmeden bile bu kadar ozlemisken, bu karavan hayatini mutlaka bir daha yasamayi diliyor, evrene ufluyorum. Gelelim tasi, topragi pirlanta olan Avusturalya’ya. Her ne kadar bana cok pahaliya mal olsan da, karsiliginda verdigin dogaya asik olmamak zaten mumkun degildi. Bizde her gun marti gormeye alismisken, sayende her goge baktigimda, gordugum rengarenk essiz papaganlar, gozlerimi kendilerine kitlediler.
Her gunes dogusunu ve batisini avazlari ciktigi kadar bagirarak kutlamalari bile guzeldi. Milyonlarca yildir yasayan yagmur ormanlarin, sonsuz cesit agaclarin, bitkilerin, hayvanlarin karsisinda egiliyor, bana cok iyi baktiklari icin tesekkur ediyorum. Simdi ise bu topraklarinda sadece 200 yildir yasayan koca Aussie’lere.. Gecmisinizle ilgilenmemeniz bence sizin seciminiz, aborijin kulturunu onlar korumak istemediyse, belki onlara saygidan belki umursamamazliktan bilemiyecegim ama ben sahsen gene de sizinle gurur duyuyorum. Temizliginiz bir kenara, devletin size sagladigi rahatliklar goz arda edilecek gibi degil. Aborijinlere calismasalar bile para veriyor olmasi, bakiyor olmasi, issizligin olmamasi, kendi secimleriyle issiz olan halkina ise ayda 1500 aud vererek, gecimlerini saglamasi, ustune bir de kiralarini odemesi; vatandaslarinin, dunyanin neresinde olurlarsa olsunlar, yardima ihtiyaclari oldugu anda, onlarin sonuna kadar yaninda olmasi… insana ‘keske Avusturalya’da dogsaydim’ dedirttiriyor. Sularinin icilebiliyor olmasi, yollarinin hayatimda gordugum en rahat ve sistemli yollar olmasi, polislerinin para aklamak yerine her konuda yardimci olmaya calismasi, hele bir de karavan hayati icin kurdugun guzellikler, bence sen de karsinda egilmeyi hakkediyorsun, helal olsun! Dilerim tekrar senin de ziyaretine gelir, bu sefer bati yakasini yapma serefine erisirim.
117 kere opuldun :p
MY HOUSE IN VICTORIA
(Day 49&50, 31.05-01.06.2010)
Sabah Endonezya vizemi aldiktan sonra basladim araba kullanmaya. Princess Highway / Sahil yolundan 1200km. 2 gun boyunca gunduz vakti hic durmadan yol aldim nerdeyse. 3′unde evimizi geri vermem gerekiyordu. 4′unde de Bali’ye ucuyordum. Hayalim herkesin anlata anlata bitiremedigi Ocean Road’u gormekti. Konsoloslugun cuma gunu kapali olmasi ardindan onca yolu tek basima kullanmak durumunda kaldigimdan, yari yolda goremiyecegimi kabul etmekte baya zorlandim acikcasi. Yasadigim 2 guzel olayla gene de moralimi bozmamak icin elimden geleni yaptim diyebilirim. Bir sabah gole karsi oturmus kahvaltimi etmeye basliyordum ki, bir pelikan ayaklariyla petinaj yaparak gole indi. Sonra da karsilikli beraber kahvalti ettik, cok keyifliydi.
MELBOURNE
(Day 51&52; 02-03.06.2010)
Ormanlarin icinde, dogayla basbasa uyumaya alismisken, Melbourne’deki ilk saatlerim hic de icacici gecmedi aslinda. Buyuk binalar, genis caddeler, her yerde sadece kartin gectigi giseler karsisinda ben, Moby’nin klibindeki uzaylilar gibiydim. Zor bela, bir elimde harita, bir elimde direksiyon, sehrin icindeki ‘information center’a ulastim. Dugmeye basip gise numarasi almak mi? Kultur soku.. Sonraki sokum ise cok daha acikliydi. ’2dkligina park ederim’ diye dusundugum kacamagim 117aud ceza masrafina mal oldu. Birakin 117′i, 1′ini bile tasarruf etmek icin ne eziyetler cektim ben ya. Fena gitti icim valla.
Zaten basta kabullenemeyip, sansimi sonuna kadar zorladim. Karakolu aradim, mailler attim. Degerlendirmeye almalarina ragmen, 1 hafta sonra red cevabi ile karsilasinca, boyun egmek de kacinilmaz oldu zaten. Evimizi iade etmeden once, onu bastan asagi temizlemem gerektiginden ilk gece bir karavan parkta kaldim. Sehrin icinde hic park olmadigindan orayi bulmak da anlatmadan gececegim baska bir cinnet hikayeydi. Tum bunlara ragmen 2 gunde Melbourne’u bu kadar sevebilmem sasirtici oldu aslinda ve hatta ‘sehrin en guzel yasanilir hali’ konumuna oturttu kendisini. Tabi kurallarina uyuldugu surece!
Sehri sanat/spor/eglence vs diye bolmelere ayirip, ergonomik bir sistem gelistirmisler. Alternatif kulturunu henuz deneyimleyemesem de ‘turist shuttle’ dedikleri otobusle, sehirdeki tum onemli yerleri, hoparlorden konusan rehber esliginde 2 saatte, buyuk cam cercevelerle de seyredebildim. Bunun disinda otobuslerin ve tramvaylarin ucretsiz olup, cogunun gece yarilarina kadar calisiyor olmasi da ekstra puan sebebi oldu benim icin.
Sightseeing:
Federation Square:
Ilk gun yedigim ceza ardindan, evimizi Alexandra Parki’nin yanina cektim. Princess koprusu’nden gectim. Sonra da Moving Image muzesine girdim. Bir galeri ‘Mary and Max’ adli cizgi filme aitti. Cok azini seyredebildim ama seyretmediyseniz mutlaka seyredin. Ben de ilk firsaatta bastan sona seyretmek istiyorum. Yaratikciklar cok sekerciktilerrr.. Ikincisi ise kisaca medya dunyasinin nereden nerelere geldigini anlatiyordu. Matrix videosu cekip kendime yolladim, merak edenlerle Trinity halimi paylasabilirim
National Gallery of Victoria:
Melbourne’un en buyuk galerisi olan National Gallery, 4 katli, dunyadaki buyuk sergilerden degisik bir farki vardi. Guvenlikte calisan insanlar son derecede tatli ve bilgililerdi. Hem cok hos sohbetlerdi, hem de tur rehberi kivaminda bilgiler aktariyorlardi. Gereksiz bir bilgi oldugunun farkindayim ama inanin bahsetmeye degecek kalitedeydiler.
Burda 4 sergi gezebildim. National Asian Gallery simdiye kadar gezdigim ulkelerin ozetini veriyor gibiydi. Hindistan, Tayland, Kambocya gibi Asya ulkelerine ait resimler, heykeller, canak ve comleklerden olusuyordu bu sergi. Tea and Zen adli sergi ise henuz gorme firsatina erisemedigim Japon ve Cin kulturunu tanitiyordu. European decorative arts and paintings adli sergiden sikilacagimi sanarken, Monet, Rembrant, Rodin gibi buyuk isimlerin eserlerine yer vererek gozlerimi boyadi. Hatta son olarak gezdigim Global Contemprary Art sergisi, aslinda en sevdigim tarz olmasina ragmen, gordugum harikalar ardindan malesef gozume cok basit ve sig gozuktu. Ian Potter Museum of Art‘in camlari o kadar buyuktu ki, iceri girmeden Titanik sergisini gezmis kadar oldum.
Aksam 3D bir film seyretme hayaliyle IMAX‘e gittim ama malesef hayal olarak kaldi. Ben de gece 12′ye kadar Filtzroy etrafinda yaklasik 3 saat yuruyup, cevresindeki her sokagi neredeyse bastan asagi kesfettim. Her ne kadar ayakciklarim ayni seyi soylemese de, bundan asiri buyuk bir keyif aldim. Sonra da kendime guzel bir yemek ismarladim. 2.gece kaldigim YHA hostel’i Queen Victoria Market‘a yakindi. 125 yillik mimarisi etkileyici, satilan meyvalar genele gore ucuzdu. Meyve disinda, gurme yiyecek ve kiyafet gibi bir cok cesite de stand sahipligi yapiyor bu market.
Bence bir sehrin insanlarini tanimanin en guzel yolu, toplu tasima aracina binmektir. Bu sebeple bindigim metroda birbirine benzeyen 2 insan bile gormedim. Hayatimda gordugum en kozmopolit sehirlerden biri oldugunu soyleyebilirim Melbourne’un. New York’tan bile fazla! Zaten starbucks, lush, blockbuster vs tipli global sirketleri de her sokakta gormek mumkun.
Son gunumde ise sabah 7′de kalkip geriye kalan son 1 saatimde Melbourne universitesinin bir kampusunu gezdim. Tahminen saatin erkenliginden dolayi kimse olmadigindan, boardlari incelemek, siniflari gezmek, cok rahat ve eglenceliydi.
Tesekkurler Melbourne..
SPRINGBROOK NATIONAL PARK & NATURAL BRIDGE (Day 37, 19.05.2010)
Bugun Jess’le ayrildik. O baska birinin karavanina gecti. Ben ise evimizle devam etme karari aldim. Yolunuz acik olsun canim yol arkadasim. Her gun daha mutlu ol, mucx.
Springbrook National Park
Dun aksam Advancetown’da bir karavan parkinda kalmistik. Springbrook Ulusal Park’ina ulasmam yaklasik yarim saati buldu. Avusturalya’da gittigim neredeyse her ulusal park gibi, burasi da bir dunya mirasi (world heritage boyle mi cevriliyor? -emin degilim) olmus ya da oolma yolunda. 20-30 milyon yil once Avusturalya, Antartika’dan ayrilip kuzeye dogru suzulurken, dunyanin en sicak yerlerinden birinin uzerinden gecmesiyle, Warning daginda, volkanik hareketlenmeye sebep olmus. Bu patlama ardindan olusan kalkan seklindeki yerkabugu kabarmasinin icinde bu koca orman. Dusunsenize seneler once bu topraklarda dinazorlar dolasiyordu! Yakin gecmiste ise ‘Yugambeh’ adli aborijinler yasiyormus burda. Springbrook Ulusal Park’i, bir yagmur ormani olmasinin yani sira bir suru yuruyus parkuruna, selaleye, gozetleme yerine ve piknik alanina da ev sahipligi yapiyor. Mesela ‘best of all’ gozetleme yeri sayesinde, az once bahsettigim kalkan seklini gorme firsatina sahip olabiliyorsunuz. Soldan saga Queensland & New South Wales sinirini, Coolangatta’yi, Tweed Heads’i, Talebudgera dagini, Cougal dagini, Kingscliff’i, Marwillumbah’i, Byran koyunu, Pasifik okyanusunu, Nightcap adli ormani, Chillingham’i, Warning dagini, Nardi dagini kapsayan bu akil almaz manzara mercek yetmezliginden size 3 karede gelebiliyor:
Blackfellow selaleleri use 3uz ve 180m yukseklikte.
Selaleler ne kadar yuksekte yani ne kadar guclu olurlarsa, o kadar oksijen saglayip, cevresindeki canlilari o neznede besleyebiliyorlar. Goremedim ama cogunun altinda orkideler yasiyormus.Yerden 40m yukseklikte olan bu ikiz selaleler ise 88′deki Easter firtinasi sayesinde olusmus. 5 gunde 1000mm yagmur yaginca 1m dalga da gucunu gostermis.Aksamlari burdaki bazi mantarlar parliyormus, bunlar onlar olabilir mi acaba?
Natural Bridge
23 milyon yil once bahsi gecen yanardagin patlamasi ardindan, akan lavalarin soguyup sikismasi sayesinde olusan bu guzellige geldigimde, henuz hava kararmamisti.Burayi meshur yapan, bu yagmur ormanlarinin icinde bulunan, magarada yasayan atesbocekleri. Haliyle sadece gece gorunuyorlar.
Zifiri karanlikta yolu ve sureyi onceden belirmelek adina, gunduz gozuyle bir tur yaptim. Muthis zevkli bir yoldu. Agaclar sadece cesit olarak degil, kendi iclerinde her bir kac metrede farkli yesilliklere yer vererek, ortami buyulu bir hale getiriyorlardi. Hayatimda gormedigim yukseklikte agaclar gordum bugun. Neredeyse ucunu goremiyordum. Cok ihtisamliydi. 2 tane vombat, kanguru ve enteresan baykuslar da gordum laylaylommm.
Aksam turunda, kucuk el fenerim ve ben, ormanin ortasinda basbasa yururken korku yerine bundan zevk aliyor olmak beni daha da bir keyiflendiriyordu. Magaraya vardigimda fenerimi kapadim. Onceki turumda, bu hayvanlari gorebilmek icin isiksiz bir ortam saglamalarina yardimci olmam gerektigini okumustum. Magaranin icinde bir suru yildiz vardi sanki. Hemen yanindan da, gokyuzundeki yildizlari gorebiliyordum. Onlara bu kadar uzaktan ve hayvanlara bu kadar yakindan bakarken bir farklari yok gibiydi. Oturdum bana yakin olan bu yildizlari seyire ben de. Bir yandan da selale sesi, nasil oldu da bana bu huzuru verdi anlamadim. Bir tanesi kaysa nerdeyse sasirmayacaktim. Sonra da evime donup hayallere dalip guzel bir uyku cektim. Vanessasateofsoul
Belki siz de okumussunuzdur, gecen sene Bilim Teknik’te cikmisti bu haber – Yanardaglarin aslinda doga icin ne kadar yararli ve gerekli oldugunu. Yapay yanardag yapmaya niyetlilerdi, global isinmayi yavaslatmak icin. Milyonlarca yil once burda olan patlama sayesinde ise burdaki daglar, nehirler, selaleler, magaralar, subtropik yagmur ormanlari vs. olusmus. Doga da birebir ying yang’i tarif etmiyor mu sizce de?
‘Iyi’nin icinde ‘kotu’, ‘kotu’nun icinde ‘iyi’ var – bu kanitlanmis bir gercek degil mi? Peki bu kendimiz ve hepimiz icin de gecerli degil mi? Peki o zaman bu hepimizi ‘bir’ yapmaz mi? Peki madem hepimiz bir’iz, bunu farkindaligimizda tuttugumuz surece daha az stres, kizginlik, kirginlik yasayacagimiz da bir gercek degil mi? Ta kendisi!
‘Uzaktan ahkam kesmesi kolay’ pozisonunun altinda oturuyor olabilirim. Kizmayin, sadece birlikte hatirlayalim. Bir ofkeye, bir korkuya, ego kurbanligina bir anda kapilip gitmenin siz de gereksiz birsey oldugunu dusunuyorsaniz, ne guzel ayni dili konusuyoruz. Sadece hatirlatmak istedim, ‘practice makes it perfect’. Sehirde insan daha cabuk unutabiliyor, haklisiniz. Hayatimizin yaptigimiz secimler dogrultusunda sekillendigini de unutabiliyoruz. Dusunmemize izin verdigimiz konular, gerceklerimiz oluyor. Lutfen bilincli olarak bunlari biz secelim. Dumeni birakirsak, tehlikeli sulardan kim koruyacak ic sesimizi? Lutfen her hucremize isik getirmeye calisalim beraber. Kurban rolunden her dusuncemizi serbest birakalim artik. Neye tutundugumuzu gorelim ki birakabilelim. Her konuda farkinda olalim ki sorumlulugu kafamiz dik sirtlanalim. Etkilendiklerimizi kendimiz secelim ki daha uyanik ve saglam adimlar atabilelim. Eger isyanimiz, disimizda gelisen olaylara ise, ve daha fazla elimizden gelen birsey yoksa artik bilelim, onlarla ilgili yapacak birseyimiz olmadigini. Ya kabul edelim, ya da birakalim gitsin.Daha fazla kizginlik, kirginlik, pismanlik, ofke kalmasin gunlerce icimizde gereksiz yere. Onlari degil, sevgiyi besleyelim hucrelerimizde.
Biliyorum cunku 2000′den beri bu hedefte her gun daha mutluyum. Bunun icin calisiyorum, ugrasiyorum. Elbette daha bir suru duvarlarim, inatci kaliplarim ve yapismisliklarim var. Kirmak icin elimden geleni yapiyorum. Herkesi, herseyi ve daha onemlisi kendimi oldugum gibi kabul edip, sadece sevgi yolunda ilerlemeye calisiyorum. Cunku biliyorum ki zaten, kizdiklarim, kendimde kabul edemediklerim ya da tam zittima ittiklerim. Hepsi var. Farkinda oldugum surece, cok daha mutlu bir insanim. Cunku ancak o zaman ozgurce kendimim. Ve ancak o zaman gercek huzur icindeyim.
Evrenden diline idrakimizin acilmasini diliyorum. Bunu en icten hucrelerimde hissederek haykiriyorum. Eger hala ayni frekansta kalabildiysek, ne guzel, daha nice acilimlar diliyorum hepimize. Sevgiler…
ABORIJINLER / Marwillumbah & Tweed River Art Gallery (Day 38; 20.05.2010)
Marwillumbah:
Sabah her zaman oldugu gibi gunesin dogusuyla erkenden kalktim. Rotama bakarken kahvemi ictim, kahvaltimi ettim. ‘Yol beni gotursun’ diyerekten koyuldum yola. Chillingham adli kucuk ama cok seker, girisinde yazdigi gibi de cok dogal olan bu kasabada, biraz resim cekmek icin, biraz da dogayi koklamak icin durdum. Sonra yol ikiye ayrildi. Ya dun geldigim Nerang ya da Marwillumbah oklarindan mantiken Marwillumbah’i sectim ve turist otoyolundan devam ettim. Muthis doga goruntuleri beni gidiklarmiscasina gulduruyor, icimi huzurla tasiriyordu. It’s a beautiful day’le basladim ve hakikatten de oyleydi.
‘Sebze satan tarlalarin birinde durup keske bir koyluyle muhabbet etsem’ diye aklimdan gecirirken, self servis muz satan bir kulube gordum. Cesit cesit muzlari vardi. 2kg 2aud da olunca, 2kg alma niyetinde sepeti doldurmaya calisirken, kucuk bir traktorde yasli bir adam belirdi. Merhabalasmamiz ardindan sohbete basladik. Aslinda herkesin odeme yapmadan gittiginden sikayetciydi ama sohbet sonunda hediye bir suru muz vermeye kalkisti muzcu amca. Uzerine seker otesi bir sekilde ‘yok almam, yok sen bu parayi al, yok o zaman sen bu muzu al, yok almam, yok ben almam’ tartismasi yaptik. Ben de gun boyunca dagittigim insanlara, bu tatli amcanin hediyesi oldugunu soyledim.
Marwillumbah’a vardigimda market ihtiyaclarimi hallettikten sonra ilk olarak kendimi bir kutuphaneye attim. Cunku anlasilan aborijinler hakkinda baska turlu bilgiye sahip olamiyacaktim.
Aborijinler:
Bilgi eksikligini ‘zamaninda aborijinlerin hic bir kayit tutmamasina’ baglamak istiyorum. Ama diger yandan, Aussie’lerin, tarih derslerinde, aborijinleri okumadiklarina, pek bir anlam veremedigimi de itiraf etmem gerek. Simdiye kadar nereye gitsem, kime sorsam bihaberlerdi malesef. Kutuphanelerde bile durum boyle, dusunsenize. Neyse… gene de merakliysaniz, bulduklarimdan kendim icin cikardigim ozeti asagida bulabilirsiniz:
‘Dreaming / Dream time’ diye adlandirdiklari doneme ait dedigim gibi yazili bir kayitlari yok. Sarkilari, kaya ve tas boyamalari, danslari ve anlattigi hikayeler sayesinde tarihleri olabildigince yasayabilmis.
Yasam tarzlari: akisinda, asla aceleci degil… Avusturalya’nin dogasi o kadar elverisliymis ki zaten hic acele etmelerine de gerek yokmus. Yemekleri yani avlari, evleri yani kaldiklari kulubeleri insa etmek icin gerekli olan malzemeler bolcaymis. Dolayisiyla sanatlarini gelistirebilmek icin de bol zaman bulabilmisler.
Dogayla ic ice olduklarindan ve kendi yiyeceklerini kendileri avladiklarindan, vucut yapilari atletik ve gucluymus.
Herkesin ayri bir totemi varmis. Genelde bir hayvan ya da yesillik olan bu totemi yemezlermis. Digerlerinin de buna saygi duymasi beklenirmis.
Aile degerleri onemliymis onlar icin. Tum amcalarin, dayilarin ‘baba’ sayildigi gibi, teyze ve halalar da ‘anne’ olarak sayiliyormus. Onlarin cocuklari da hep kardesleri olarak benimsenirmis. Cocuklara cok iyi bakiliyormus. Yasam kosullari hakkinda hikayeler anlatilirmis onlara. Kadinlar yesilligi cok iyi tanirmis. Hayvanlarin derisini onlar soyar, yemegi onlar yaparmis. Cocuklardan da daha cok onlar sorumluymus. Erkekler ise buyuk bas hayvanlari avlamakla gorevliymis. Silahlarini da onlar yaparmis. Kurallari ve cezalari da koyan erkeklermis. Giyim diye bir sey olmadigi gibi sadece silahlarini tasiyabilmek adina kemerimsi birsey takarlarmis.
Kabul toreni: Erkekler 5 asamadan gecermis. Ilk kademe cocukluktan erkeklige gecis olarak kabul edilirmis. Son kademeye ise herkes gelemezmis ama gelebilene de buyuk saygi gosterilirmis. ‘Clever men’ (akilli adam) derlermis onlara. Evlilik gorucu usulu ile olurmus. Kiz ergenlik yasina gelince, sozlestigi erkek eger inisiye edildiyse, onun kabilesine geciyormus ve evliliklerini simgelemek adina sol kucuk parmaklarini kesiyorlarmis. Kadinlarin saclarinin agarmasini da ayri bir seremoni ile kutluyorlarmis. Olduklerinde gomulurlermis.
Muzik: Boomerang ve saksaklari birbirine tokusturarak yaptiklari muzige herkesin katilmasi beklenirmis. Kanguru ve opossum derilerinden yaptiklari vurmali aletler de eslik edermis onlara. Enstrumani olmayan ise ya sarki soyler, ya mirildanir, ya alkislar, ya ayagi ile topraga vurarak ritme katilir ya da dizlerini doverek eslik ederlermis.
Sanat: Vucut dekorlarindan iskemle boyamaya kadar farkli mekanlari susleyen aborijinlerin yaptigi tum eserlerde bir mana varmis. Totem desenlerini de cizerlermis ama sonra herseyi yakarlarmis ki sadece inisiye edilenler gorsun.
Sonra da bildiginiz uzere ayrimciliga ugrayarak, kendi topraklarindan kovularak ya da dislanarak yokolmaya mahkum birakildilar. Ya da devlet, guya onlar iyi bakmiyorlar diye cocuklarina el koydu ve ailelerini parcaladi. Ozetimi sevdigim bir aborijin atasozuyle bitirmek istiyorum:
‘Those who forget the past, are condemned to repeat it!’
Tweed River Art Gallery
Ardindan Tweed River Art Gallery’e gittim. Burda 3 adet sergi gorme firsatim oldu.
1. (time travel / reimagining the past:) ilk gordugum sergi cok eski bir tarihi olmayan bu insanlarin sanki gecmislerini arayisini resmediyordu. Sanatcilar bu sergide, gecmisle gunun bir bagi olup olmadigini, insanlarin karakterlerine ne kadar yansidigini sorguluyorlardi. Gecmisin, ‘insanlarin aklinda kalan ve dolayisiyla belki de kisilere bagli olarak degisen bir zaman dilimi’ olabilecegini de izliyecilere hisettirmeye calisiyorlardi.
2. (after moonrise:) Sarah Harvey, kucukken okudugu bir kitabi tekrar okuyarak, aldigi ilhami resmettigi bu sergide, farkli cizim ve produksiyon tekniklerini kullanarak, hissettiklerine de katman katman ayna yapiyordu.
3.(operation art:) Hasta cocuklarin yararina hazirlanan bu sergide toplam 665 okuldan, yuvadan liseye tum ogrencilerin katildigi resimler sergileniyordu. Sergi New South Wales’i gezdikten sonra bir cocuk hastanesine kalici olarak bagislanacakmis.
My house in Nightcap National Park:
Aksam evimi bu koca ormanin Manyan selalelerine bakan cephesine park ettim. Bundan sonra mumkun mertebe bu ulusal parklarda kalmak istiyorum. Doganin icinde yildizlara bakarak uyumak ve sonra da sabah yuruyusu olarak ormanin icinde kaybolmak istiyorum.
Evimi ates yakmis bir cocugun yanina cektim. Sayid, Iran’li, benim yaslarimda, dunyayi son kez gezen ve artik evine donme arzusunda olan bir cocuktu. 3 ve 5 yaslarindaki cocuklari ve italyan sevgilisi onu Almanya’da evlerinde bekliyorlarmus. Donusunde artik evlenme teklif edecekmis. Zaten bu yolculuga cikmasindaki amac da, bu hayati son kez yasayarak ‘hoscakal’ demekmis. ‘Into the wild’ filmine konu olan adamin kafa anlayisindaydi Sayid. Yemeklerini genelde avliyor, doganin icinde yasiyordu. Hamagi sayesinde buldugu herhangi bir agacta uyuyabiliyormus da. Aslinda oldugu kisilik buydu ama artik aile kurmak istediginden degismesi gerektigine inaniyordu. Arabasinin on caminin 2 kere patlamasina tutunmus, artik donme zamaninin da geldigine inaniyordu.
Bana ates yakmayi mutlaka ogrenmem gerektigini soyledi. Nasil yapilacagini anlatirken sabir gerektirdigini farkettim. Ilk once kucukleri yakarak, daha kolay sonuca ulasabilecegimi, ancak cok sikisik da yapmamam gerektigini cunku hava almazsa yanamayacagini anlatti. Doga gene birseyler anlatiyordu anlasilandan anlayana..
Daha sonra gece karanliginda doganin icine girecegini, eger ses cikarmazsam ve istersem, onunla gidebilecegimi soyledi. Ses cikarmama konusunda kendimden emin olamadigimdan, onun deneyimini mahfetmek istemedim ve gitmedim. Donunce sordum, zaten bu gece birsey de gormemis. ‘Birsey kacirmamisim oley’ rahatligiyla uyudum ben de.
NIGHTCAP NATIONAL PARK MINYON FALLS (Day 39; 21.05.2010)
Widjabal Clan adli aborijin kabileye aitmis buralar aslinda zamaninda – hatta min 6000 yil once. Kabile, spirituellikleri ve iyilestirmeleriyle taninirmis. Elbette sonra beyaz adamlar el koymus buraya. Adil bir sekilde bunu da buraya yazmayi eksik etmemisler ama.
Sabah uyandigimda yagmur baslamisti. Minyon selalelerine gidis-donus 4km surdu. Yagmurda ormanda yurumenin zevkinin bambaska oldugunu da boylece gormus oldum. Ustelik ben ve dogadan baska kimse yoktu bu koca ormanda. Kokusu bastan cikariciydi. Yagmur damlalarinin takilmak icin sectigi yerler kiskandiriyordu beni. Renkler ise islandigindan bir suluboya resminin icindeymisim hissi yasatiyordu. Ara ara yururken kuslar da eslik edince, iyice bir pamuk prenses masalina benzemisti ortam. Selalelere vardigimda artik ucmustum zaten.
Awakening and Respect to Australian Culture
Bu kisimlari neden eklemeye basladim derseniz.. Uzun zamandir Avusturalya’yi geziyorum, ancak kulturlerine ait birsey hissedemedigimi dusunuyordum. Sonra farkettim ki aslinda tam da kulturlerinin icinde yasiyordum. Mesela, karavan hayati kesinlikle onlarin kulturune ait birsey olmus durumda. Yolda her yerde bu isaretler oldugundan daha once bahsetmistim zaten. Ustelik tum halk da bunlardan haberdar. Yolda gecen herhangi birine bile sordugumda, en yakin karavan parkini veya bedava olan yerleri hemen gosterebildi. Cunku zaten genelde cogu. ya daha once bu turu karavanla yapmisti yada hala yapmaktaydi. Bu kulture asigimmmmmm, belli oluyor mu?
Diger bir tesekkurumu de yagmur orman parklarina ediyorum. Ulkede 310 adetten fazla var. Bu kadar temiz tutmaya becerebilen halkina devlet, temiz su bile sagliyor. Temiz dedigim, sular icilebiliyor hatta. Ustelik karavanla veya cadirla cogunda bedava kalip, ates yakabiliyorsunuz. Nerdeyse hepsinde barbeku bile var. Daha ne ister ki insan..
GEMINI FESTIVAL (Day 40&41; 22-23.05.2010)
Bu festival sadece 1 gece 2 gun surdu. Gene ormanin ortasindaydi ve fakat bu sefer oraya varabilmek icin bir selalenin icinden gecmek gerekiyordu. Alan cok daha kucuk, insanlar cok daha lokaldi. Turist neredeyse hic yoktu. Aksine, cok enteresan tipler vardi. Hipiler gene bu sogukta, nasil ciplak ayak geziyorlardididi!? Benim corabima battiginda bile ciglik atmama sebep olan dikenler, onlarin ayaklarina dokunmuyor mu..?! Aci duvarlarini baya yikmis olsa gerekler. Bu ne topraga degme arzusu, hayran kaldim dogrusu. Southern Oracle’da gordugum tum cool tipler gene gelmisti. Hoola hoop yapan ve yapmaya calisanlar, envai cesit poiler – kagitli, bezli, isikli, atesli, fosforlu, kuyruklu, ne cesit ararsan gene vardi. Kopukten balon yapanlar ve cocuk gibi onlarla oynayanlar, vucutlarini boyayanlar, ates basi sohbetleri… Ashley adindaki surekli gulen, tatli hipi kiz gene ordaydi. Ilk partide hepimize sarilmisti, oyle tanismistik. Evi barki yokmus, kafasina gore insanlarda kaliyor, yolculuk edenlere eslik ediyor, insanlari mutlu ediyormus. Butun gunduz gece agacta oturan Shelly, bir agactan digerine geciyor, yerde fazla dolasmiyordu. Valerie ise peri kiligindaydi, dans ediyor, insanlarin icini aciyor, gitar caliyordu. Bir ara kontrol icin polisler geldiginde, onlarin dileklerini gerceklestirme temennisiyle, uzerlerine rengarenk piriltilar ufledi. Olayi daha da ilginc hale getiren, polislerin de onunla egleniyor olmasiydi.
Muzik gene elektronikti ve her turlusu vardi.
Bu aralar Glitch’e asigim. Kuralsiz ve korkusuzca ozgur. Kullanilan sesler daha naturel ama guzel degil, alisilmis hic degil. ‘Commercial’ muzigin zittini arasalar, buldular. Birbirini takip eden hic bir sey yok. Bpm bile ozgur. Muzigin illa da bir duzende olmasi gerekmedigini, matametigin arkasina saklanmaya ihtiyaci olmadigini gosterdi bence. Pistte ise benden baska bir kac adet daha freak vardi, o kadar.
Bulundugumuz bu yer, zamaninda aborijinlerin dogurganlik icin dua ettikleri bir bolgeymis. Bizim parti yapmamizi istiyorlardi, cunku topragin ustunde tepinerek, onu canlandirdigimiza inaniyorlardi.
Selalenin akisini, dizlerinin uzerine oturan bir kadina benzettiklerinden, inanclari boyle gelismis. Arkasindaki hikayeyi merak ederseniz zevkle paylasabilirim.
Tooloom Falls over the rainbowow!
Party sonrasi donus yolunda ise hayatimda gordugum en guzel manzarayla karsilastim. Bahsettigim selalenin ustunde 180 derece bir gokkusagi vardi. Ciglik atmaktan aklimi kacirmisa donmustum. O kadar guzeldi ki, her gun yagmur yagsa uzulmeyecegime soz verdim kendime. Cunku arkasindan kimbilir belki de buna benzer bir gokkusagi gorme firsatim olabilir!.
Respect to Australian Culture
Ormanda yapilan bu partiler icin kimseden izin alinmasina gerek yokmus. Devlet alanlarini dilediginiz gibi kullanabiliyorsunuz Avusturalya’da. Buna paralel olarak cunku bu yerlere cok temiz bakan bir halklari var. Polisler ise sadece ‘bir seye ihtiyac var mi’ misali ugruyorlardi bu yerlere.
EBOR WATERFALLS (Day 42; 24.05.2010)
Bugun baya yol aldim. Sabah 9′da basladim araba kullanmaya, 16.30′a kadar. Ne kadar erken uyuya kaldigimi soylemeye utaniyorum. Ama kaldigim yer cok guzeldi. Ebor selalelerinin yaninda.
Respect to Australian Culture
Neredeyse her sehirde bir ‘information center’ yani ‘bilgi merkezi’ var. Hem o sehir, hem de cevresi hakkinda her turlu bilgiye ve borurlere sahip olmak mumkun. Hatta hic komisyon almadiklari icin, herseyi acik ve durust bir sekilde anlatiyorlar. Onlar sayesinde yolculugum cok daha guzel ve saglam gecti.Calisan insanlar genelde o sehirlerin yasli yerlileri oluyor. Cunku evde issiz oturmak yerine gonullu olarak sehirlerini tanitmayi seciyorlar. Hepsi de cok seker ve cok yardimciydi. Tesekkurler.
NEW ENGLAND NATIONAL PARK & DORRIGO PLATEAU (Day 43; 25.05.2010)
Geyik:
Bugunku planimda Waterfal Way’den gidip, tum selaleleri ve gozleme yerlerini gorup, doguya, ve hatta biraz da guneye inmek vardi. Fakat malesef hava kosullari hic yanimda olmadi. Sis yuzunden, dun aksam neyseki gorebildigim Ebor selaleleri, bugun zerre kadar gostermiyordu kendisini. Biraz daha bekledim acilir diye, let me kiss you sarkisini bile soyledim onlara ama hic orali olmadilar.
Bugun evimizi sarj etmem gerektiginden, en yakindaki karavan parka gidip ‘bugunun isini yarina erteleyebilirim’ diye dusundum. Harita, Cathedral National Park’ta bir park resmi gosteriyordu ve cok yakindi. Sansimi deniyim dedim ama gittigimde kocaman bir soru isaretiyle karsilastim. Biraz oklari takip ederek kendim ulasmaya calistim, nafile. Bir kac inek ile bakisip dondum geri
Karavanini park etmis bir aile gorunce yanlarina gidip biraz yolyordam soriyim dedim. Sansima o kadar tatli ciktilar ki. Avusturalya’lilar. Turkiye’yi gormusler ve cok begenmisler. Cok sicak bulduklarini da soylediler. Megersem burdaki karavan parkta sarj olma luksu yokmus. Sadece ilerideki tepede bulunan Point gozleme yerinden bahsettiler. Gitmeye niyetlendim ama yol kotu oldugundan daha fazla riske de girmiyim dedim. Birazdan oraya gideceklerini ve beni goturebileceklerini soylediler. Manzara sis mi?.
Turkiye’de aldiklari sicakligi paylasiyorlardi sanki. Hatta ilerisine gidip, tek basima olmama tepki bile gosterdiler. Halbuki onlara hic bir problemim olmadigini, cok mutlu oldugumu, onlar gibi guzel insanlarla tanisma firsati edinebildigimi, kendi ritmimde istedigimi yapabildigimi ve sadece dun gibi uzun yollarin sikici ve yorucu oldugunu anlattim. Icimden de bu anne baba hissinin ne kadar universal bir his oldugunu gecirdim. Sarildim ben de onlara giderken simsicak. Beni evlerine de davet ettiler Sydney’e giderken. Gidecegimi sanmiyorum, onlara da dedim ama giderken aynen bir Turk ailesi gibi israri da eksik etmediler saolsunlar.
Selale yolundan yoluma devam ettim. Ilk once dun aksam gordugum Ebor selalesinin alt kismini gormeye gittim.
DORRIGO NATIONAL PARK (Day 44, 26.05.2010)
Gecmisi 60 milyon yil onceye dayanan Dorrigo Ulusal Parkinda malesef selale yollari bugun de bana kapaliydi, onarimdaymis.
Ben de ‘Skywalk’ / gokyuzu yuruyusu diye adlandirdiklari bu muthis manzara koprusune gittim. Zaten girisin hemen yanindaydi. 140 degisik agac cesidine yataklik yapan bu vadide, gokyuzune yerden daha yakin olmak muthis bir duyguygu. Keske kanatlarim olsa da ucsammm.
Ardindan 2km yuruyus yaptim ‘walk with the birds’ / ‘kuslarla yuruyus yolu’ dedikleri yerde. Kuslari izlemek icin daha yukarda yapilmis bu yolda, agaclarin orta seviyesinde seyir ediyordum.5 duyum da festival havasindaydi. Cicek ve yesillik kokusu burnumu zevkten deliye dondurmus, gozlerim, gordugum ihtisam karsisinda buyulenmis, yapraklarin ruzgarla dans sesine eslik eden kuslarin sesi kulaklarimdan ruhuma bir pencere aciyordu. Hissettigim minnet tum tuylerimi ayaklandirmis, agzima sarki olarak yansima yapmisti.’I see who you’ are by Bjork.
vanessastateofsoul:
60 milyon yildir hala hayatta kalmayi basarabilen bu agaclarin keske dili olsa da konussa.. Kimbilir neler gorduler, neler yasadilar. Ustelik yargisiz anlatmayi becericeklerine de eminim. Hindu inancina gore agac olduktan sonra insan olurmusuz. Bazen tam tersini dusunmekten kendimi alamiyorum. Sonucta ne dedikodu yapiyorlar, ne yargiliyorlar, ne kiskaniyorlar… Iclerinde zerre kotuluk yok, karsiliksiz veriyorlar, akisinda yasiyorlar ve sadece mutluluk veriyorlar, guzellik dagitiyorlar, hayati besliyorlar, cicek aciyorlar, doguruyorlar, ilham saciyorlar, dogaya bakiyorlar, bize bakiyorlar, hayvanlara ev, yemek oluyorlar, guzel kokuyorlarlarlarlarlar. Olduklerinde bile baska hayatlara can vererek, yasam sagliyorlar. Hepimizden daha bilgeler kanimca.
Respect to Australian Culture
Bugun evimizi kullanirken bir ara yollari sasirdigimdan cektim kenara, gomuldum yan koltuktaki haritalara. Arkamdaki tir soforu ise hemen yanimda durup yardimci olmasini ister miyim diye sordu.Ustelik bu ilk defa basima gelmiyor. Neredeyse her durdugumda, simdiye kadar hep ayni sey oldu. Yardimseverliklerinden dolayi tesekkur ederim.
Nambucca Heads
Bugun herkes icin dua ediyorum cunku kendimi cok sansli hissediyorum. Bu ne guzelliktir boyle.
Shelly Beach – my bed tonight
Bu gece tum perdelerim acik. Cunku etrafta kimse yok. Arka balkonum yildizlara, on balkonum ise Shelly sahiline bakiyor. Sonsuz sukru vucudumun her hucresinde hissederken, yildiz ve dolunay isiginin altinda, ayaklarima uzanan dalgalara teslim oluyor, ucarmiscasina kendimi birakiyorummmm. Fiyuuuuwwwww.
SOUTH WEST ROCKS, YARRIABINI NATIONAL PARK, CRESCENT HEAD, HAT HEAD, LAKE KATIE, PORT MACQUIRE (Day 45, 27.05.2010)
Shelly Beach
Dun aksam hava kararmisti geldigimde. Bu yuzden fotograflayamamistim kaldigim yeri. Malesef simdi de yagmur yagiyor ama gene de paylasmak istedim..
South West Rocks
Hava yuzunden olsa gerek, gene bir tek ben ve kuslar vardik bu guzelim sahilde. Az biraz erkek kuslarin nasil kizlari kestigini izledim. Suruden ayrilan yalnizlarin da yuruyuslerini seyre daldiktan sonra ayrildim ordan.
Yarriabini National Park Lookout
Havanin puslulugu burda da hakimdi. Neyseki ulusal parkin icinde araba kullanmak zevkliydi.
Crescent Head
Avusturalya’yi sorf yapanlarin cenneti sanardim ben ama heralde mevsim yuzunden cok azina rastlayabilmistim. Bugun Crescent Head’de bir sorf yarismasinin basladigini ogrenince, 15dklik bu mesafeyi seve seve yaptim tabi. 7′den 70′e yas ortalamasinda tabi 70 sok altina aliyordu.
Respect to Australian Culture
Cevrelerine cok iyi baktiklari gibi, kendilerine de cok iyi bakiyorlar. Organik marketler neredeyse gittigim her yerde var. Herkes sabah sporunu, hatta gunes batisi sporunu bile eksik etmiyor. Haliyle hic kimsede selulitten eser dahi yok.
New Castle (Day 46, 28.05.2010)
Avusturalya’nin en eski sehriymis. Ulkede gordugum en eski binalar da buraya aitti haliyle. Ingiliz esintisini hissetmek kacinilmazdi.
Lake Macquarie (Day 46, 28.05.2010)
Cektim evimi kenarina, saatlerce baka kaldim yansimaya..
SYDNEY (Day 46-48; 28-30.05.2010)
Saolsun arkadasim Iluja sayesinde bir kac gunde Sydney’nin altini ustune getirdim. O kadar da hos sohbetti ki, keyfime diyecek yoktu. Ustelik Iluja Sydney’e asik oldugundan, cok iyi reklam yapmayi da becerebildi. Sydney’nin en begendigim ozelligi, icinde herseyi barindirmasi oldu. Ayni gun icinde hem sorf hem ski yapabiliyorsunuz. Her gun bir sanat aktivitesi, her gun ayri bir festival, ayri bir konser var. Hersey son derece gelismis ve sistemli hale de getirilmis durumda. En nefret ettigim ozelligi ise trafigi ve sehir havasi oldu. Ilk geldigim gun yani cuma ogleden sonra oyle bir trafige girdim ki sehir hayatini hic mi hiiiiiiiiiic ozlemedigimi farkettim.
Sightseeing:
Harbour Bridge cok guzeldi (ama uzerinde 2 saat kalmaya degermiydi bilemedim:p).
Balinalari izlemeye gittik ‘whale watch point‘e. Goremedik ayri. Senenin bir kac ayini, sadece burda oturarak ve balinalari izleyerek geciren deniz biolojisti adam, bu sene gec kaldiklarini soyledi. Her sene onlari izleyerek, ne kadar ve nasil yasadiklarini, davranis ve goc sekillerini saptarmis. Acaba onlar da gezmeye mi daldilar :p
Newtown
Bence buranin soho’su. Son derece modern ve seker bir yer. Cool dukkanlar, alternatif genclik.. yummy..
Rocks
Burasi da soho gibi. Gece hayatinin kalbi de burda atiyormus. Adinin ‘rocks’ olmasinin sebebi, Sydney’nin ilk kayali yeriymis burasi. Daha sonra bu kayalar kullanilarak evler dikilmis.
Kings Cross
Burasi da populer baska bir cadde. Bu arada Sydney populasyonunun cogu gay’mis ve cogu da burda kaliyormus. Hatta bir alkol dukkaninin adi da Lickher’du. Cok guldum. Her sene subat sonunda duzenlenen gay parade festivalinin adi da degisiklik – Mardi Gras.
Woolloomooloo
Bir de burayi gordum. Icinde en fazla o harfini barindiran sokak adi
Coggee Beach
Guzel bir semt burasi. Hem sehrin kaosundan uzak, hem de her yere cok yakin.
Maroubra Beach
Kendilerini ‘braboys’ diye cagiran mafyanin sahiliymis burasi. Disardan kimseyi almiyorlarmis. Bu kadar maco bir davranisa sutyen ismini de hic yakistiramadim dogrusu :p
Captain Cook Museum
Muzede pek birsey yok, sadece Kaptan Cook’un gunlugu ve teknelerindeki bir kac malzeme var. Ama mekan, kaptaninn Avusturalya’ya ilk ayak bastigi yerin onunde olmasindan dolayi, bozmadi.
Madonna’s Bra Bridge
Isim super yakismamis mi
Opera House
Muthis bir goruntu. Insa eden adam, bu tasarimi dusunurken portakal yiyormus ve dilimlere ayirirken gelmis tasarim aklina.
Fish Market
Sanirsam Avusturalya’nin en ucuz yeri burasi. 3 aud’den baslayan balik sisler, elbette 100aud olan lobster’lara kadar cikabiliyor. Cok da guzel bir yer ustelik… siddetle tavsiye..
Art
Sydney Biennale – ‘the beauty of distance’ - songs of survival in a precarious age
Avusturalya’ya geldigim ilk hafta, bir sanat dergisinde bienal reklamini gorunce havalara ucmustum zaten. Yol boyunca, kopardigim o sayfa, bilgisayarimin yaninda durarak bana mutluluk verdi, o derece! Zaten bilmedigim yerleri gezmek, tanimak, yasamak bu hayatta en zevk aldigim aktivite iken, bir de uzerine bienal eklenince, benim icin beyaz cukulatali sneakers gibi birsey oldu (cok guzel olmaz miydi olsaydi). Cok zamanim olmadigindan sadece bir tanesine, ama en azindan neyseki en guzeline gidebildim. Kikiki (Melbourne’deki Tim Burton sergisini kacirmayi bununla kompanse etmek de isime gelmisti acikcasi.)
Cockatoo adasinda olan bu parcasina ferry ile gittik. Feribota binmek icin gittigimiz Sydney Harbour ise baska bir soytarilikti. Her kosesinde, baska cesit sokak performansini tasiyan Sydney limani, ayni zamanda Sydney Opera House’a da guzel bir acidan bakiyordu.Kulaklarim aniden durmama sebep oldu. Didgeridoo bir kez daha beni kalbimden vurmustu. Ruhuma eslik etmek durumunda kalan bedenim, ayrilamadi bir sure ordan. Suratini geleneklerine uygun bir sekilde boyamis bir aborijine, parayi toplayan beyaz adam kinayeyle eslik ediyordu. (Aldigim cd’yi isteyenle ve zevkle paylasabilirim).
Geldik papagan adasina. Adanin kendisi de ayri bir sergi bu arada. Hergun acik. Eskiden hapishaneymis burasi. Avusturalya’nin en buyuk tershanelerinden biri de ayni zamanda. Ne ferry, ne bienal, ne kitabi, ne bizi gezdiren rehber, hicbiri bir ucret karsiligi degildi (bu da respect bolumune girmeli). Produksiyonlar karsisinda beni gecin, koca Avusturalyalilar bile kucucuk kaldi.
Tum ada ayni zamanda koca bir tershane iken, bence konuya cok uygun bir mekan secimi yapilmisti ama rehbere bunu sordugumda, ’2 sene once ilk yapildiginda aldigi pozitif etki’ sebebini verdi.Benim cektigim fotograflar islere hakaret oluyor, lutfen www.bos17.com‘a girin ve bakin. En guzel eserlerin cogu banner’da donuyor zaten. Konusuna ve islere gelecek olursak, ‘the beauty of distance’ – ilk okuyusumda bile o kadar etkilendim ki, dusunceler beynimde bir suru gelgitlere ortam yaratmisti. Eserler, bati ile dogunun hayata etkisini, batinin otoritesini ve olusan transformasyonlar yuzunden etkilesimlerini anlatiyor. Bunu yaparken, belirli bir mesafe de koyuyordu, kendi olabilmek icin! ‘The feast of Trimalchio’ gorduklerimin arasindan favorim oldu.
Genelleme yapmak dogru mu olur bilmiyorum ama bizim bienallerin rehberlerinden cok daha memnun kaldigimi gururla paylasmak isterim. Brosuru incelerken karsima cikan Kutlug Ataman ise baska bir gurur kaynagi oldu benim icin.
Vivid Sydney
Sansa yakaladigim ‘Vivid Sydney’ adli sokak isik festivalini biraz sonuk buldum acikcasi. Sydney Opera House gibi bir kac guzel yapita yansitilan lazer isinlarinin, yeni teknolojiden haberi yok gibiydi.
Sydney Culture
Cok temiz olduklarindan daha once de bir kac kere bahsetmistim aslinda. Bu yuzden sokak yiyecekleri bulmak mumkun degil. Devletin cok kati kurallari varmis, temizlik ve bulundurmak zorunda olduklari malzemeler konusunda. O kadar gezdim, ilk defa bir adet gordum Sydney’de. O da cok meshurmus zaten. 65 yillikmis ve her gelen celebrity burda yemeden gitmezmis. Avusturalya’nin meshur lokal yemegi olan ‘meet pie’, en cok sanirsam burda meshur ki, adim basi satan bir yer bulmak mumkun burda. Ben de burdan bir adet yemegi eksik etmedim tabi.
Baya kozmopolit bir sehir ama Lubnanlilar cogunlukta. Savas sonrasi goc izni almislar.
Sanirsam burda en begendigim aliskanliklari, bagis icin duzenledikleri eventler. Bulundugum her gece bir olay vardi ve insanlar bu mekanlari tika basa doldurup, yardimda bulunuyorlardi. Respect
Kimsenin kimseyi takmadan ozgurce, diledigince giyinmesine ve hareket etmesine de baya bir gipta ile baktim. Hava atmaya gerek duymayan topluluklar hep beni cezbetmistir. Respect
Bienal’e cocuklariyla birlikte gelmis olmalari da cok hosuma gitti. Respect
‘Cheap Tuesday’, ‘Thursday couple day’ gibi aktiviteleri var. Eskiden her hafta persembe gunleri dagitilirmis maaslar. Bu yuzden persembe gunu cift gunu secilmis zamaninda. Respect Sosyallesme burda daha hakim ama insanlar sanki daha soguk. Belli ki sehir hayati onlari da icine cekmis.
Arabayi park ederken on yuzu caddeye bakmali. Yoksa ceza yiyormussun???
Insanlar yagmurdan korkuyor mu anlamadim ki. Cuma aksami trafikte saatlerce yolu paylastigim binlerce insan nerdeydi bu iki gun anlamadim.. ???
Public Transportation; Malesef binemedim ama 2 katli metrolari varmis. Burdakilere ise ‘tren’ deniyormus. Of ne guzeldir kimbilir. Bir de devlet otobusleri var bedava kullanabileceginiz.
Vanessastateofsoul:
Izninizle bir soru sormak istiyorum ama bu sefer cevabiniz beni ilgilendirmiyor. Kendinize olan guveninizi yaptiginiz makyajla mi, aldiginiz elbiselerle, evlerle, arabalarla mi satin alirsiniz? Yoksa basarilariniz sayesinde onlari takistirir, sadece gurur mu duyarsiniz. Kendimize durust olmamiz yeterli… Bunu sormamdaki amac ise bence bazen ‘ego’ ile ‘kendine guven’in birbirine karistirildigini dusunmem..
OUR HOUSE IN NORTH NEW SOUTH WALES
MAY 17TH
Posted by vanes in Avusturalya No comments
BRISBANE – (Day 14/15; 28-29.04.2010)
Pek fazla gezmedigimiz icin bilir kisinin yanindan bile gecemem ama sabahin 8′inde yola cikip ise gidenlerle otobani paylasinca, Brisbane’in gercek yuzuyle sanirsam tanismis olduk. Trafigiyle, kalabaligiyla, buyukluguyle sehir kelimesinin hakkini cekinmeden veriyordu. Gene de firsattan istifade, etrafi seyretmek eglenceliydi.
SURFER’S PARADISE – (Day 15/16; 29-30.04.2010)
29.04.2010 – World Wish Day! Umarim hayirli dileklerinizin hepsi gercek olur!
Surfer’s Paradise simdiye kadar ki Avusturalya’nin en favori sehri oldu benim icin. Umarim sezon yuzunden degildir ama – Muthis sahillerinde turist kalabaligi olmamasi ve sehir modernliginde olup, trafik ve gurultu gibi sehir eksilerini yaninda tasimamasi cezbetti beni.
Beaches
Ilk gun main beach’ten, ikinci gun ise Surfer’s Paradise’dan girdik Pasifik Okyanus’una. Kumlar yumusacik, ancak entresan bir ses cikariyor yururken. Arastirdigima gore kesin ispati olmamakla birlikte, yumusakligindan ve kalitesinden kaynaklaniyormus.
Dalgalar hayatimda gormedigim kadar buyuk ve serttiler. Altinda takla atip her tarafim kum icinde kalinca, buraya neden ‘sorfculerin cenneti’ dendigini de anlamis oldum zaten.
Our park
Cok guzel bir yer bulduk burda. Hem kucuk bir gol, hem Nerang nehri, hem de bir sanat merkezinin ortasinda. Dolayisiyla, ordekler, baliklar ve kuslarin oldugu gibi, spor yapmaya gelen 7′den 70′e insanlar, ise giden kostumlu beyler, bayanlar, keyfe gelen aile bireyleri, sevgililer, kopeklerini gezdirenler de vardi.
Art
Tiyatrolarin, konserlerin de verildigi ‘Gold Coast Art Center’da sadece 2 sergi vardi. Biri bir fotograf yarismasinin kazanan ve kazanmaya yaklasan adaylarinin cektigi fotograflardi.
Digeri ise ‘ucusan renkler’ adli Queensland Art okulunun 10. senesini kutlama amacli, ogrencilerinin hazirladigi bir sergiydi.
Acikcasi moderndi ama gorulmemis degildi.
Market
Tayland ve Hindistan sonrasi bir hayalkirikligi daha.. Cupcake’lere laf yok, ayri!
My side of the coin (arka fonda – this mess we’re in by pj harvey)
Tasarruf ettigimiz yani sarj olmadigimiz gunler, bildiginiz uzere evimizi, buldugumuz uygun bir yere park ediyoruz. Bu bazen bir otoban kenari olabiliyor, bazen ise deniz kenari. Elektrik, sicak dus ve su yok! Dus, sahil kenarindaki soguk duslarda, bikiniler ustumuzde, sabun elimizde, 10sn’de bir tusa basmak zorunda kalarak halloluyor. Bulasik, halk tualelerinde, elini yikamaya gelen insanlarin garip bakislari altinda (bazen benim gibi birine rastlayinca buyuk mutluluk sebebi oluyor tabi).
Aynasizligi anlatmiyorum bile ama isiksiz yasamayi ogrenmek de ayri bir tecrube. Sadece bir fenerle idare ettigimizden, bazen ne yedigimizi bile dogru durust goremiyoruz. Sarji harcamasin diye buzdolabini oyle hizli acip kapamamiz gerekiyor ki, onceden ne alacagimiza karar veriyoruz, onun nerede oldugunu hatirlayoruz, ve sonra hemen AcipAlipKapiyoruz. Ben ki uyurken hareket eden insan, kucucuk bir uyku tulumunun icinde, birakin hareket etmeyi, mumya gibi uyuyup uyanmak zorunda kaliyorum. Ki toplam 3m2 alanda uyudugumuz icin, dun aksam bi de kafa atarak uyandim kapiya. Mutfak benim ayagimin dibinde oldugundan ayaklarimi dogru durust uzatamiyorum bile. Yataklarimiz o kadar fena ki her gun her yerim tutuk kalkiyorum. 4 aydir ilk defa 2 gun once bir sise sarap aldip da ictik – ilk defa!. Evimiz 7m2, hareket edebilecegimiz alan ise sadece 2m2. Dolayisiyla ikimizin de ayni anda birsey yapmasi imkansiz oluyor. Camasir yikadigimiz gunler ki bu da her gun demek oluyor, bu alana bir de onlari sikistiriyoruz. Marketten sadece ‘bizim’ misali market urunlerini aliyoruz. Disarida hic yemek yemiyoruz. Dun ilk defa starbucks’dan bir kahve ictik – o kadar ki o bile elektroniklerimizi sarj etmek icindi. Otoyol kenarinda kaldigimiz geceler, gecen araba sesleri ve yoldaki bombeler yuzunden, bir ritim gibi lastiklerden cikan sese uyumaya alismak, gibi gibi. Peki butun bunlara ragmen ben ne hissediyorum? Asigimmm evimize ve bu gezgin hayata. Su an hic bir seye degismek istemem!
Kucuk bir plan degisikligi (Day 17, 01.05.2010)
Sabah icacici gole uyandigimizda, kopegini gezdirme amacli buraya gelen bir adamla tanistik. Bacaklari felcli olsa gerek ki yuruyen sandalyedeydi. En yakin arkadasinin vefati ardindan, ‘godfather’i yani cicibabasi oldugu cocugunun, bugun ilk dogumgunuymus. Bu yuzden burda kalmis ama bize Nimbin’e gitmemizi onermisti – Mardigrass festivaline!. 1.5 saat yakinindaydik ve zaten bir kac gun sonra gitmeyi planliyorduk Nimbin’e. Kucuk bir plan degisikligiyle hizlica hazirlanip yola ciktik. Yol acayip virajli ama bir o kadar da guzeldi.
Varmak uzereyken polisler durdurdu. Hem ehliyet kontrolu yaptilar, hem de ayak ustu alkol ve uyusturucu testine soktular. Sizi bilmem ama sahsen ben ilk defa uyusturucu testine girdim. Ambalajindan cikardigi plastik aleti bana uzatan polis, uzerinde bulunan 2 kucuk pembe kareyi, kucuk dilimden, dilimin ucuna kadar 2-3 kez surtmemi istedi. Sonra da elimden aldi gitti. 5dk beklenilmesi gerekiyormus. Eger rengi degisirse arabani terkedip baska bir yere goturuluyorsun ki gerisini bilmiyorum tabi. Sanirsam bu testleri bir ben gecmistim ki ardindan herkes uzerimize atladi. Bir kiz gelip ikimizde de ehliyet olup olmadigini sordu. 25 yasinda ama refakatciye ihtiyaci varmis. Guya erkek arkadasi olan refakatcisiyle az once ayrilmis, polisler de, oradan ayrilmasina izin vermemisti. Kucuk bir plan degisikligiyle, Jess, onlara gecti. John lennon’a benzeyen bir baba da benim cama yapisip, 2 oglunu sehre birakmami rica etti. Sehrin merkezine kadar Jess’ler takip etti beni. Benim arabaya gelen cocuklar ikizmis, hic de benzemiyorlardi. 15 yasindalarmis. Nimbin icin cok heyecanliydilar. Demin ki olayi hic yasamamis ya da anlamamis gibilerdi. Onlari merkeze biraktiktan sonra Jess’ler one gecti ve ben takip etmeye basladim. Hizlandilar ve ardindan da yokoldular. Bir sure duz devam ettim, zaten sapacak baska bir yol yoktu. Ama baya yol yapinca artik kenara cekip bir duriyim dedim. Ustelik durdugum yerin adi da ‘Serenity Hills’di. Beni almaya donerler diye dusunurken, gelen giden olmadi. Telefon cekmiyordu. Telepati iyi giderdi. Komplo teorilerine istemsizce baslamisken, kucuk bir plan degisikligi yapmam gerektigini anladim ve Jess’i son gordugum, son goz goze geldigim yere donmeye karar verdim. Sehir merkezine geldigimde Jess yerde oturmus, beni bekliyordu. N’olmustu? Onlar bir yere sapmis ve ben onlari kacirmisim. Bu heyecanimiza daha sonra gulecegimize eminim ama o an karisik duygular icindeydik sanirsam.
NIMBIN MARDI GRASS FESTIVAL – (Day 17&18 – 01-02.05.2010)
Our Park – day 17:
Evimizi bir parka cektik. Cadir, karavan fark etmeksizin kisi basi fiyat aliyorlardi. Sarj da bulduk evimiz icin sahane! Biraz da kendimizi sarj edip ciktik sokaklara -
The Festivale
- diyemiyecegim aslinda cunku Nimbin bir adet sokaktan olusuyor zaten. Mardi Grass Festivali de 18. yilini kutluyordu bu sokakta. Bildiginiz uzere aslinda sali pazari anlamina gelen Mardi grass burda festival anlaminda kullaniliyor anlasilan.
Ilk olarak 1993 yilinda ‘Nimbin Hemp Embassy’nin bariscil protestosuyla baslamis bu festival. Marijuhananin legal olmasi gerektigini savunan yaratici aktivistlerin show alani diyeyim size! Dukkan adlari ‘the gorgeous joint’, ‘hemping around’ diye gidiyor… Her kucuk yapinin kendi dunyasi var ama hepsi icinde barisi, gok kusagini, hippie tarzini barindiriyor.
Insanlar ise ayri bir solendi. Bu bitkiyi kostum haline getiren veya aksesuar olarak takip giyinen yuzlerce insanin icinde, en populer kostum marihujana perileriydi.
Herkes rengarenk civil civil giyinmis nese saciyordu.
Baris mesaji veren insanlar birbirine sariliyor, seker dagitiyorlardi. Sarkilar soyleniyor, muzikler caliniyor, danslar ediliyordu ve herkes bir mutluluk abidesi sergileyip sevgi dagityordu cevresine. Emir Kusturica sahnesindeydik sanki.
Islerini belli ki baya da ciddiye aliyorlardi ki bir suru ulkede canli yayindalardi ve sayisiz politik ve cesur mesajlar veriyorlardi. En cok da hastaliklara iyi gelmesi antitez olarak savunuluyordu.
Sansimiza ilk kombi konvoyunu yakaladik. Kombi bildiginiz uzere bu retro VW karavanlar. Hepsinin ayri bir karakteri vardi, muthis sekerlerdi.
(Zaten ‘wicked’ ve ‘hippie’ de, bunlarin ozentisi retro modasindan yararlanarak unlenen markalardan.)
Kombi konvoyunun ardindan dev bir marijuhana gecti ve herkes ayni anda elindeki sigarayi yakarak bir rekora imza atti. Olmayanlara da icinde baska bir bitki olan sembolik sigaralar dagitildi.
Enteresan bir sekilde aileler cocuklariyla birlikte gelmisler, neredeyse yetiskin kadar cocuk vardi.
Aksam ise gonullu olarak muzik calan bir toplulugu izlemeye gittik. Herkes o kadar ozgurdu ki, kimisi kendince dans ediyor, kimisi sarki soyluyor, kimisi kahkahalarla o ortama renk katiyordu.
2.gun ise Mardigrass Parade’i izlemeye gittik. Oz Buyucusu, Alice, the Grinch de ordaydi sanki. Protestosunu sanatlastirmis cesit cesit topluluklar katilmisti bu gecit torenine ve seyretmenin keyfi bir kenara, yaraticiliklari herkesi hayran birakacak kalitedeydi…
Respect to Australian Culture
Ilk olarak bir protestonun bu kadar duzenli, sorunsuz ve baris icinde yapilmasini hayretle izledigimi belirtir, Avusturalya’yi medeniyeti adina tebrik ederim.
Daha buyuk alkisim ise temizliklerine! Herkes kendi copunu ve pisligini temizliyor. Insanlar yere cop atmaktansa coplerini kendi ceplerinde toplayip daha sonra atiyorlar. Yuzlerce insan vardi ama yerde bir adet cop yoktu. Ki bu tanistigimiz tum Aussie’ler ve genel tum Avusturalya icin gecerli! Demek istedigim yuzlerce kisinin katildigi festivalde bile durum boyleydi ya helal olsun!
Our Park and more – day 18:
Hava kararmadan yola cikmak istedik. Ne de olsa, aksam kalacagimiz yer gene belli olmadigindan, bir macera daha bekliyor olabilirdi bizi. Gece yarisi uyanip, Warning daginin tepesinde, gunes dogusunu izlemekti planimiz. Bu yuzden oraya yakin bir yerlerde bir park alani aradik. Sehir disina ciktigimizda, meyva almak icin durdugumuz market sahibi kadin, ‘yakinda hic bir yer olmadigini, ancak dikkatli olursak, gerimizdeki tepeden donup, altindaki kucuk selalenin orda bedelsiz konaklayabilecegimizi’ soyledi, ve fakat gidip gordugumuzde, zifiri karanlik ve tualetsizlik, Jess’in icine pek sinmedi. Baska bir yer de olmadigindan Nimbin’in yakininda gozuken Nightcap national park’in piknik alanina donmeye karar verdik. Bu yolculugumuzda her nedense surekli bir daireler cizip duruyoruz, bir ileri bir geri – sebebini hala anlayabilmis degiliz. Bugun gene oldu, Nimbin’e kadar geri gidip, hatta daha da ilerledik. Parki bulmaya calisirken artik gece karanligi bastirmis, araba farlarimizdan baska bir isigimiz kalmamisti. Onumuzden kangurular, tavsanlar ziplaya ziplaya geciyordu. Halimizden istemsizce cok zevk aliyordum cunku adeta bir gece safarisinin icindeydik. Yol o kadar dardi ki, iki tarafindaki agaclar birlesmis ask yasiyorlardi ve biz ortasindan gecerken, sanki kutsaniyor gibiydik. Daha da ilerledikce vahsi hayatin icine daha da bir girmeye baslamistik. Ve isin kotusu, bu kadar uzaklastikca, karanliga yol aldikca, bir o kadar daha erken kalkip gene karanlikta ayni yollari yapmamiz gerekecekti. Sonunda geri donup Nimbin’de kalmaya karar verdik. Bu seferde bir yokusta uyuyoruz. Umarim sabaha yerde uyanmayiz
MOUNT WARNING & Marwillumbah (Day 19, 13.05.2010)
Mt Warning
23 milyon yil once bir yanardag olan bu dag, patlamadan once simdikinin 2 kati yuksekligindeymis. Tabi guya gene Kaptan Cook bulmus burayi ve ismini vermis. Ancak daha once yasayan aborijinler tarafindan verilen, daglarin koruyucusu anlamina gelen ‘Wollumbin’ ismi de hala gecerli sayiliyor. Onlar icin cok kutsal bir dagmis burasi ve sonradan ogrendigim kadariyla, insanlarin tirmanmalarini istemiyorlarmis aslinda. Ilk tirmanan adamin doruga ulasmasi 3,5 gun surmus. Bugun en tepeye tirmanmak 4,4km yukari ve 4,4 km asagi olmak uzere bir kac saatte yapilabiliyor.
vanessastateofbody:
4′te kalktik, Avusturalya’nin ilk gunesini goren bu dagda, dedigim gibi gunes dogusunu yakalamakti planimiz. Rodney 200m demisti burasi icin ancak oraya vardigimizda 4.4 km yukari tirmanmamiz gerektigini anlayinca biraz hayalkirikligina ugradik. Ustelik gelismis bir parkur oldugundan, acemileri uyariyordu. Bu anlamda ben de kesinlikle bir acemiydim ama gene de sansimi denemek istedim. Gunes dogusunu ise anca baslarda yakalayabildik. Acikcasi cok zevkli bir yoldu. Yagmur ormaninin icinden yuruyorduk gene ve yesillik her daim yagmur, toprak ve yukseklik degisimi sebebiyle degiskenlik gosteriyordu.
Kus sesleri esliginde saatlerce yokus yukari yuruduk. Turkcesini bulamadigim whipwreck cinsi kus ise hayatimda duymadigim enteresan bir sesle surekli gulmemi sagladi yol boyunca. Hazirlikli olmadigimiz icin yanimizda bir bardak su bile yoktu. Yari yolda buldugumuz selale serap degil gercekti ve kana kana ictik kusurabakmazsaniz. Gunes dogusunu yakalayabilmis insanlar asagi inmeye baslamisti. Soylediklerinden ne kadar optimist ya da pesimist olduklarini anlayabiliyorduk cunku kimisi ‘daha coook yolumuz oldugunu’, kimisi ise ‘nerdeyse geldigimizi’ soylemisti. Beni en cok sasirtan, sirtinda kocaman bir backpack’le 60 yaslarindaki dedenin arkasina motor takmis bir hizda ruzgar gibi gecip gitmesiydi.
Halbuki bana o kadar fazla gelmisti ki neredeyse sikayet edip donecektim. Yilamadim devam ettim. Tam sonuna geldigimizi sanarken karsimiza hadi 90 olmasin ama neredeyse o derece bir dag parcasi daha cikti.
Daha once hic daga tirmanmadigimdan basta cekindim ama oraya kadar gelmisken yapmamak olmazdi. Jess onden yol aldi. Hala onu gorurken sordum nasil diye. Zor ama 10m kalmis oldugunu soyleyince basladim cikmaya. Demire tutunaraktan yavas yavas tirmandim. Zor olan yerlere oyuklar da acmislar, fena gitmiyordum. Arkamdan bir cift gelmeye basladi. Neyseki onlar da yavas oldugundan hizlanip stres olmak zorunda kalmadim. Ama yol bir turlu bitmek bilmedi, 10m degil en az 20m daha tirmanmistim. ‘Jeeess’ diye seslendim, ancak ses cikmadi. Arkamdaki cifte baktim, onlar da yoklardi. Size yemin ederim o anda yukaridan acayip bir isik geldi. Tekrar Jess’e seslendim, tekrar arkama baktim, bir tek ben vardim. Olmus ve cennete gitmis olabilir miydim? Yemin ederim bunu dusundum. Tam oyle bi an’di cunku. Doruga vardigimda ise bulutlarin icinde oldugumuzdan hic bir sey goremememize kac puan?
Acikcasi bunu yapabilmis olmak yetti bana. Zaten yol boyunca hayatimda gormedigim ve belki de goremiyecegim manzaralari gormustum. Sonsuz tesekkurler…
Bu arada asagi inmek de ayri bir maceraydi. Oryantasyon dengemi birfiil yitirdim. Geri geri gitmemiz gerektiginden ve cok da dik oldugundan, duz yerde mi yuruyorum, egiliyor muyum, dikmiyim, ne oldugumu sasirdim. Baya eglenceliydi. Inmek daha da bir kolaydi tabi. Ustelik ucunda su ve kahvalti vardi. Yukari cikanlara moral veren taraftaydim tahmin edersiniz ki. Toplam 8.8 km yol yaptik bugun. Yorgunlugumun altinda bir yerlerde kendimi cok iyi hissediyordum.
Marwillumbah
Burayi onerenler oldu. Belli ki cok da tatli bir kasabaydi. Hafif reggae kulturu ugramis gibiydi. Ancak kalacak yer bulamadigimizdan ayrildik ordan.
Our Park
Gene high way uzerinde bir rest area’da gecirdik geceyi.
Ertesi gun butun gun yagmur yagdi, biz de ev keyfi yapalim dedik. Kitap, muzik, sohbet… Uyku tulumlarimizi da yorgan haline getirdik, mis. Bir dvd’miz eksikti. Ama onun yerine buzdolabi patlak verdi. Malesef su akitmaya baslayinca, bir parka sarj olmaya gitmek zorunda oldugumuzu anladik. Byron bay cok yakindi ve zaten bir sonraki istikametimiz de orasiydi.
BYRON BAY (Day 20-29, 04-11.05.2010)
Simdiye kadar sordugum herkesin favori mekaniydi Byron Bay. Kiminin Avusturalya’da, kimisinin ise dunyada!. Merak ve beklenti, istemsizce doruklara cikmisti yani. Neyse ki Byron, karsilamayi becerebildi ve ‘Avusturalya’nin favori sehri’ konumuma oturdu.
Modern, temiz, kaliteli hatta en guzelini yasamak icin, sehir hayatina hic mi hic ihtiyacin olmadigini kanitlamis bence burasi. 2 katli bir bina bile yok ama isteyebilecegin hersey elinin altinda. Cok daha bohem ve samimi.
Ustelik gunes batisi ardindan her gece sokakta muzik caliniyor, jam yapiliyor, deniz kenarinda muthis bir ortam kuruluyor. Her gun farkli bir muzik tarzina yer veren bu guzellik, hem insanlarin bir araya gelmesini sagliyor, hem de muzik yapanlarin kendi reklamini yapmasina el veriyordu. Ilk gunden yakalama sansini edinebildigimiz bu mekanda, cok tatli bir kadinla tanistik. Yaninda getirdigi bir suru gercek ve oyuncak enstrumanlari herkese dagitiyordu. Dogaclamaya sayesinde biz de katilabildik boylece. Batan gunesi ugurlarken, bir yandan dans ettik, bir yandan aleti caldik, an’in guzelligiyle kendimizden gectik.
En guzel gunes batisini Ibiza Cafe Del Mar’da gunes battiktan sonra alkislayan. poi ceviren ve ates dansi yapan insanlarin arasinda izledigimi sanmistim ama bu onunla yarisiyor sanki.
Buranin yerlileri elbette bugunlerin eski gunlerle kiyaslanamaz oldugunu, malesef cok degistigini anlatiyor. Eskiden daha cok hipiler yasarmis burda. Onlar sayesinde sokakta her daim muzik yapan, dans eden, baris mesajlari veren guzel insanlar olurmus. Actiklari standlarda, yaptiklari sanatlarini satarak hayatlarini kazanirken, devlet/polisler onlari kovunca, careyi gitmekte bulmuslar. Cogu Nimbin’e, bir kismi ise Marwillumbah’a… Biz ise sadece kalintilarini gorebiliyorduk. Nerdeyse orda oldugumuz her gun bedava yemek/bira dagitildigina sahit olduk. Byron’a ait baska bir favori karem ise: Cimene yatarken gitar calan ciplak ayakli hipinin, burnuna kadar kapattigi sapkasi sayesinde tek acikta kalan guzel dudaklarindan cikan o guzel ispanyolca sarki – ‘oh mama’..
Malesef ben sorf yapmayi bilmiyorum ama asil sorfculer icin burasi dunyanin en guzel yeriymis zaten. Yunuslarla birlikte dalgalarin icinde dans etmekten daha guzel ne olabilir ben de hayal edemedim gercekten.
Elbette basta Aborijinler yasiyormus burda ama guya yasadiklarina dair az bir kalinti biraktiklarindan, Kaptan Cook 1770′de gelip rahatca ismini verebilmis buranin.
Byron’in ikonu ise ‘lighthouse’. Avusturalya’nin en dogusunda olan bu deniz fenerinde gunes batisi hakikatten baska bir keyif.
Cultural Events in Byron Bay
8 Mayis’ta bir athlethon duzenlendi burda. Oyle bir kalabalik vardi ki sehirdeki herkes bu sahilde gibiydi. Yuzme ile baslayan tur, bisiklet ile devam edip kosu ile bitecekti. Bazi yarisanlar solo, bazilari ise grup olarak katiliyordu. Basini izleyip ciktim.
Sonra da Byron Convention Center’da duzenlenen Harmony Day’ festivallerine gittim. Boylece kulturel bir olaylarina daha katilabilme sansina eristim lalala. Ilk gosteri ‘aboriginal dancers’ adi altinda, bir aborijinle bir beyaz adamin yaptigi muzik ve dans gosterisiydi. Beyaz adam olayi gerceklikten uzaklastirdigi icin basta show’a biraz sogusam da sonradan farkettim, Byron’da yasayan beyazlarin koklerini anma gunu gibiydi bu uyum gunu daha cok. Geleneksel aborijin dansi daha cok ordek, kus, inek, fil gibi hayvanlarin hareketlerini andiriyordu. Bir beyaz adam muzigi yaparken, aborijin dans ediyor, bir aborijin muzigi yaparken, beyaz adam dans ediyordu.
Hint dansi da cok etkileyiciydi. Geleneklerinde kadin gunu oldugundan, ‘feminine power’ – ‘disi guc’u konu almisti. Hareketlerinin zarifliginin yarattigi cekim gucu, baska bir yere bakmaniza imkan vermiyordu. Mimikleriyle dansini ve beni bambaska bir yere tasimisti…
Final dansi olan afrika dansi ise hic sasirilmayacak bir sekilde beni ama belki de hayret edilecek bir sekilde tum salonu ayaga, dansa kaldirmisti. Birbirlerine mesafeli diye bilinen yerliler, tam tersine cok da sicak gozukuyorlardi,
Whites Beach
Aslinda pek Byron’in icinde degil, yaklasik 1 saat guneyinde, Broken Head’in hemen asagisinda bu dunya harikasi yer. Sahsen simdilik ilk 5′ime girdi sahiller siralamamda. Gittigimizde sadece biz vardik ve ben gordugum manzalarin buyusunden gene sarhos olmus, agzim acik geziyordum.
Bu issiz, sanki henuz kesfedilmemis sahilde, kayalar ve dalgalar sayesinde kucuk havuzcuklar olusmus, her yonden gelen dalgalar, iclerinde jakuziler olusturuyordu. Gozumun onunde dans ediyordu akintilar. Rengarenk istiridye ve midyeler, bu saheser yeri kesfetmis, haliyle kayalara yapismis birakmiyorlardi. Dalgalar sayesinde kayalarin uzerlerine ziyarete gelmis kumlar, birlikte muthis bir renk olusturarak sevisiyorlardi. Agaclar topragin dikligine aldirmayip dimdik duruyorlardi. Bu ask degilse ne, ben bilmiyorum.
The Channon Market
(burasi ise nerdeyse 2 saat batisinda Byron’in)
Her ayin 2. pazari duzenlenen bu market icin ‘Avusturalya’nin en iyisi’ demislerdi. Buyuk oldugu kesindi ama meh. Yalniz, degisik bir taktik gelistirmisler, baya ise yariyordu. Ailelerin cocuklari satiyordu mallari, veya muzik caliyorlardi. Boylece hem daha cok ilgi cekiyorlar, hem de kucuk yasta sorumlulugu ogreniyorlardi bu cocuklar.
A Glimpse of Sydney (Day 30; 12.05.2010)
4 Haziran’da Bali’ye ucacagiz. Dolayisiyla, Endonezya vizesi almak icin Sydney’deki konsolosluga gitmek uzere bir kac saatligine Sydney’e ucup donduk. Elbette sehirle ilgili eneyimlerim henuz anlatmak icin yeterli degil ama gene de yasadigim 2 guzel olayi paylasmak istiyorum.
Havalaninda guvenlikten gecerken, tatli adam cantami karistiriyordu. ‘ o var mi, bu var mi?’ sorularinin ustune bir de ‘you got smiles on your bag?’ deyince, icim disimi bile isitti saolsun
Otobusle konsolosluktan donerken, bir aborijinle tanistik. Darwin’dekilerin aksine cok yardimci, cok konuskan ve ustelik de calisiyordu. Malesef son anda aborijin oldugunu ogrendigimizden fazla muhabete giremedik ama onlar hakkindaki deneyimlerimi biraz olsun degistirebildigi icin mutluydum.
Southern Oracle Festival (Day 31-35, 13-17.05.2010)
Aslinda ‘anlatilmaz yasanir’ bir tecrubeydi. Kelimelere hapsolmak cok sinir ama deneyecegim.
Katildigim en iyi festival olmasinin yanisira artik festival kavramimin boyutunu degistirdi kendisi. Size yerin buyuklugunu rakkamlarla anlatamiyorum cunku hic bir yerde yazmiyor ama tum park orman’i dusunurseniz, onu en az 20 ile carpin.
Bir pistten diger bir piste gitmek minimum 20 dk suruyordu. Geceleri ise bu iskence oluyordu cunku -5 derecede, bana ait olan tum esyalarimi uzerime giymis olmama ragmen (nasil bir moda kurbani oldugumu hayal bile edemiyeceksiniz neyse ki:)), ancak yakilan bir atesten digerine durmadan gidebiliyordum. Eger atesler yakilmasa, olebilirdim diye dusundum. Ates korkumu burda tamamiyle yenip sevgiye hatta aska donusturdugume de inaniyorum.
Cok guzel ruhlarla tanistim. Sanki daha once taniyormuscasina. Bir tanesinin adi Laviras’ti. 40′li yaslarinda. O kadar guzeldi ki ici, disi, yansimasi… Arkadasi Milus’un enerjisi, metreler oteden hissediliyordu. Periler de vardi gene, herkesle tanisip, sariliyorlardi. Ve tatli hipiler… bu sogukta hala nasil ciplak ayakla durabiliyorlardi?
Unutamiyacagim bir gosteri seyrettim. Saskinligimi icimde tutamiyor, surekli sesler cikartiyordum. Bu gosteri hakkinda saatlerce konusabilirim ama foto.mak.im yanimda olmadigi icin resim cekemedigimden susacagim.
Shaman atolyesine katildim bir saat. Workshop’lar tahminimden kotu cikti, sadece bir adam yasadigi bir tecrubeyi anlatiyordu o kadar. Ancak ilgilenenlerle zevkle paylasabilirim (vanessataragano@gmail.com)
Dj’ler o kadar egosuz ve mutevaziydi ki hayran kaldim. Ayrica hepsi sadece kendi produksiyonunu caliyordu. .
Avusturalya’nin alternative kesimiyle tanistigim icin cok memnunum. Orda yasadigim her an ‘keske bu anlari hic unutmasam’ diyordum. Keske mumkun olsa…
Our house in Sunshine Coast
APR 27TH
Posted by vanes in Avusturalya
DAY 10 (24.04.2010) Rainbow beach + Tin Can bay
Sabah erkenden kalkip yola ciktik. Kac gundur evimizi sarj edemedigimizden, kahvalti etmeden bir sure yol aldik. Yolda bir kanguru gormeyelim mi, cok eglenceliydiii. Cizgi filmden cikmis gibi zip zip zipliyordu. Icim nese doldu, yuppiee.
Ve Sunshine Coast’a vardik. Ilk duragimiz ‘Rainbow Beach’. Soyle bir havasini koklayip ciktik, ki zaten cok kucuktu. Bir kac insan balik tutuyor, bir kaci ise surf yapiyordu.
Ardindan Tin Can Bay’e gittik. Burasi ise bir balikci koyu. Burda da pek birsey yoktu.
Yola devam ettik. Ve vardik Noosa’ya. Kalacagimiz yere gidip sarj etmeye basladik bu sefer erkenden evimizi.
Gordugunuz uzere, insanlar bu karavan parklarda gecelik degil, senelik kaliyorlar. Bir de ‘cabin’ diye bir konsept var ki, direk portati ev gibi kiraliyorsun. Fiyati biraz daha tuzlu oluyor o kadar.
Bu arada simdiye kadarki tum sebze ve meyvelerimizi, yol uzerlerinde gordugumuz tarlalardan aldigimizi soyleme firsatim olmamisti. Boylece hem cok ucuza getiriyoruz, hem de en tazesini edinmis oluyoruz. Mesela burdan 10 adet avokadoyu sadece 2 dolara aldik. Ustelik sepeti birakmislar oraya. Sen de parayi koyup, istedigini alip gidiyorsun. Mis.
Day 11 – (25.04.2010) Noosa National Park
Sabah uyandim, yuzumu disimi yikadiktan sonra aldim iskemlemi. Yaptim kahvemi. Iskemlemin bardakligi da var. Koydum onu oraya. Oturdum cimenlerin ustune, kuslari dinledim. Bir kusun palmiye agacinin uzerine konup salincak gibi sallanmasini izledim. Keyif mi dedinnn.
Bu zevki bugun biraz gec cikmaya borcluyum. Ardindan gittik Noosa National Park’a. Muthis zevkliydi. ilk once sahil boyunca yuruyup, sonra yagmur ormanlarinin icinde kaybolduk.. 5km yol yaptik..
Cesit cesit agaclar, el degmemis yapilar beni benden aldilar. Dogal halinde olan hersey, ne kadar vahsi olsa dahi, cok daha cezbediyor beni icine cekiyor. Aralarinda kaptan magara adami agaci bile vardi. Yani ona benziyorlardi. Ben de bu durumda kaptan magara kadini mi?..
Sadece gene koala goremedigim icin uzgunum o kadar. Buranin bahcesinde yemegimizi yedikten sonra bir de sahile inip, dalga bekleyen sorfculeri izledik.
Noosa’yi begendim baya. Eminim siz de begeneceksiniz..
Gunes batmadan da tabi gene yola ciktik aksam kalacagimiz yeri bulma umidiyle. Bir rest area’da kaldik ki sormayin, sartlar baya zordu.
Gene hemen uyuduk tabi. Sanirsam karavan hayati boyle birsey, cunku aksam 9′dan sonra cit cikmiyor. Simdiye kadar nereye gidip, nerede kaldiysak da durum bundan ibaret. Yani gene hemen iyi geceler
DAY 12 – (26.04.2010) Coolum Beach
Sabah kaltigimda bu yer cok guzel bir parka donusmutu sanki.
Meditasyonumu yaptiktan sonra kahve keyfimi yaparken dun aksam tanistigimiz komsu karavandan 50li yaslarinda Rodney adindaki bir adamla sohbete basladik. Megersem kendisinin bir web sitesi varmis ve orda 15dk’lik meditasyon kaset ve workshop kitaplari satiyormus (www.rodneystoddart.com.au) Her gun sadece 15 dk boyunca meditasyonla hayatinin degisecegini garanti ediyor. Degismezse de parayi iade etme sozu veriyor. Boyle bir sitenin arkasindaki yuzle tanistigimiz icin cok memnun oldum. Hep merak ederdim bu arkadaki yuzleri. Gezgin olduguna hic sasirmadim acikcasi. Karavanda kullandigi elektrigi de paneller sayesinde gunes enerjisinden aliyor olmasi da ayri bir guzellikti tabi. En yakin arkadasinin adi Vanessa, kizinin adi ise Cesi’ymis. Enteresan bir rastlanti degil mi?
Cok gecmeden gittik Coolum beach’e. Parkin onunde skateboard alanlari vardi ve cocuklar cok guzel atlayislar yapiyordu. Jessi havada yakaladi onlari
Bir cocuk dustu ve kimse yanina gitmedi bile. Herkes kaymaya devam etti hicbirsey olmamis gibi.. Bireyselligin bu kadari da biraz fazla degil mi?
Biraz guneslenip Pasifik okyanusuna ilk girisimizi yaptik.
Ruzgar fena esip kumlarin icinde yuzmemize sebep oldugundan fazla kalamadan ayrildik ordan. Ve sonunda bir Mc Donalds bulup internete girebildik. Koca Avusturalya’da bir kere bile wifi bulamamiza kac puan? Saatine 10 dolar istediklerinden girmiyoruz. Burdaki tum Mc Donalds’larda ise bedava wifi oldugundan ancak buyuk sehirlere geldigimizde girebilecegiz gibi gozukuyor. Butun gunu burada gecirdikten sonra, aksam kalmak icin otobanin yaninda bir park bulup, oraya sindik, kihkih
DAY 13 – (27.04.2010) – Australian Zoo
Sabah gene erken kalkip yol aldik. Australian Zoo’ya gittik. Steve Irvin’in actigi yer, duymusunuzdur.. Cok da severdim programlarini ve cesaretini. Harika bir yer acmis. Buranin en buyuk ozelligi, cogu hayvanin disarida sizinle beraber geziyor olmasi. Stevo, insanlarin, hayvanlarla icice olurlarsa, onlari daha cok sevip koruyacagi inancini tasiyarak gelistirmis bu sistemi. Herkes hayatindan cok memnun gozukuyordu. Bendeeee
Ilk once kara kaplumbagalarinin showunu izledik. Daha dogrusu 2 adim atislarini..
Kabuklari solar sistemi gorevi gorurmus, biliyor muydunuz? Gorduklerimiz benimle yasit olmasina ragmen kocamandi ve 200 yasina kadar da yasarlarmis.
Sonra filleri gorduk. Tayland’dakiler cok daha buyuktu ama bunlar da cok sekerdi. Onlar da bizim gibi gunesten yanarlarmis. Kir ve camur onlarin korumalariymis. Kulaklarini duymak icin degil, acip kapayarak klima gorevi gorsun diye kullanirlarmis. Korktuklari zaman da bu kocaman kulaklarini acarlarmis ki kocaman gozuksunler. Ve bildiginiz uzere biz duyamasak da titresim yaparak birbirleriyle anlasirlarmis. Ayak parmaklarinin uzerlerinde yururlermis, dogustan balerinler yani :p.. Bogumlari sayesinde aralarinda su tutarak hem soguk kalip hem de nemlenebilirlermis. Cok sekerlerrr.
Sonra kosa kosa kangurulari gormeye gittik. Oksadik onlari, yedirdik, delirdik. Cok sekerlerdi. Burda yasayabilirim sandim.
Ama sonra koalalari gorunce, iste o an kalbimden vuruldum. Zaten o andan beri onlari dusunuyorum. O kadar tatlilar ki anlatamammmm. Sarilip kalakalmak istiyorum onlara. Sadece bitki yediklerinden enerjileri yokmus pek ve bu yuzden gunde 18-20 saat arasi agaca sarili uyurlarmis. Bana sarilip kalsinlar oyle lutteeeennnnnnn. Poposunu oksayinca da uyaniyorlar. O kadar sekerler ki gercek olduklarina inanamiyorummm. Uyurken hepsinin de ayri bir karakteri var sanki. Birakamadim onlari cok sevdim bennnnnnnn. Insanin cani ne zaman sikilsa bence bu resimlere baksa bile geceeeer.. Eskiden kuslardi favori hayvanlarim ama galiba koalalar atakta cunku cok fena durumdayim ya baksaniza..
Bu Brolgalar, erkekleri etkilemek icin acayip dans hareketleri yaparlarmis, biliyor muydunuz
Bu komodo dragonlari ise 11km oteden avlarini dilleri sayesinde koklayabilirlermis, yuh!
Steve’in ilk yakaladigi timsahlari da gorduk. 9 yasindaymis o zaman, inanamiyorum!!
Tazmanya canavarini da gorduk. Pitbull’un 3 kati isirma gucune sahipmis.
Bunlarin disinda gorduklerimiz ise amerikan timsahlari, misk kedisi, etobur kuslar, rainforest kuslari (-ki bunlarin hicbiri kafes icinde degildi. Buyuk bir alanda aglarla ortulmusler, rahat rahat ucuyorlardi) ve yalicapkini, iguanalar, kirmizi pandalar, kaplanlar, yilanlar, su yilanlari, su samurlari ve daha niceleri…
Muthis bir gundu anlayacaginiz! Siz de yapin lutteeeeeeeeen.
Aksam Brisbane’in kuzeyinde bir karavan parkinda kaldik. Kocaman bir ailenin bir suru cocugu etrafimizi sardi. Hayatimda aldigim en gurultulu ve en kalabalik dustu. Ama cikista ay manzarasini gorunce tum havam degisti. Ay isigi bulutlara oyle kontor ciziyordu ki, gunduz gunesi sanarsiniz. Buyuleyici goruntuye bir sure oylece baka kaldim.
Our house in Queensland / Australia
APR 23RD
Posted by vanes in Avusturalya
DAY 1 (15.04.2010) – ilklerlelelalalala:
Karavanimizi ilk ben kullandim. Dusun ki 7 metre uzunlugunda bir karavan, direksiyon sagda, vites solda, dikiz aynasi solda, ustune ustluk sen de soldan gitmelisin. Yolun en yavas seridi, senin eski, en hizli seridin. Sanirsam heyecanimdan, butun bu detaylari her zaman yasiyormuscasina, tedirgin bile olmadan mutlu mutlu surdum.
Ilk hedefimiz, evimize buyuk bir marketten (Smithfield / Woolsworth) alisveris yapmak oldu.
Ilk buzdolabimizi doldurduk, sonra da karnimizi. Alisveris sonrasi o kadar acikmistik ki, koca alisveris merkezinin parkinin ortasinda yemek yemek, hic de garip gelmedi
Ilk yemegimiz coktur ozledigim beyaz peynir ve domates keyfiydi. Balsamic sosu da ekledik mi slap slup yummyy.
Ilk istikametimiz kuzey, ama bundan sonra hep guneye dogru gidecegiz.
Ilk gordugumuz beach’ler sirasiyla Trinity, Kewarra, Clifton, Ellis, Wangetti, Turtle Creek, Little Reef, Oak, Pebbly. Paralellerinden, evimizle pufur pufur seyir ettik. Bir insan bile yoktu, bu yuce mavi ile bej birlesimi sahillerin, pudra sekeri kumlarinin ustunde! Sebebi zehirli deniz analari ve timsahlar da olabilir o ayri! Halbuki boylu boyunca uzanan bu essiz guzellikler, bu kadar sahipsiz ve sessiz olmasi sebebi ile, cok kuvvetli bir cagri icindeydi; ‘gelsene, ne diye sehirde yasayorsun benim icimde, ustumde, altimda huzura ermek varken, deli mi ne!’.
Ardindan Port Douglas’a vardik. Hedef Kitle: A+, 50+. Cok shicti. Benim kucuk beynim Nicola Kidman’in ve Hugh Jackman’in burda yasadigina inanabilir. Fazla kalmadan devam ettik Mossman Gorge’ye dogru. Ancak buranin da sadece onunden gecebildik cunku hava kararmak uzereydi ve kararmadan bizim evimizi park edecek yeri bulmamiz gerekiyordu. Dorm resepsiyonisti Andre, bize kalmamiz icin Cape Tribulation’i onermisti, ancak nedense bir turlu oraya varamamistik, Baska yollarden gitsek bile hep ayni yere dondugumuz icin, sonunda. orda bulunan restorana. parkinda konaklayip konakliyamiyacagimizi sorduk. Saolsun izin verdi.
Ilk gunumuzun biraz zor baslayip zor sonlandigini itiraf etmem gerek. Kiralarken ne soracagimizdan bile habersizdik. Anlatan bayanin agzinin icine dusmustuk. On camlarin onunde duran demir parcasinin neden var oldugunu sordugumda, ‘kanguru carptiginda sizi oldurmesin diye’ demesin mi. Yaaaa ne oldurmesii, ben onlarin kucagina atlayip gezmek istiyorum Avusturalya’yi, olmaz mi?. Butun gun ‘kanguru gorebilirsiniz, dikkat edin’ isaretlerinin her birinde, bir taraftan cok gormek istiyor, ama bir taraftan da kadinin dedigi aklima geldigi icin dilim istedigimi soylemeye bir turlu varmadi, cikmaza girdim
Ilk gecemiz ise acikcasi daha da bir fiyaskoydu. Yasam savasi verdik desem yeridir. Elbette kahkahalarla guluyorduk halimize o ayri Gazi acamadigimizdan yemek pisiremedik. Neyseki hastasi oldugum balli fistikli muesli imdadima yetisti. Su calismiyordu, ama neyseki tualetin yanina park ettigimizden kurbaga ve sineklerle dolup tasan hayvanat bahcesi / tualet, yari ihtiyacimizi gorebildi. Sineklerden kurtulmak icin adeta kolbasti dansi yapiyorken buldum kendimi:p Elektrik harcayip buzdolapsiz kalmak istemedigimizden, el fenerleriyle idare etmek durumunda kaldik. Yemegimizi yedikten sonra zifiri karanlikta yapacak birsey bulamadigimizdan, careyi birbirimize masal anlatmada bulduk. Ben Jess’in masalini elbette sticky rice uzeri dort yaprakli yonca getiren prens ile bagladim. Jess ise benim adimi Vapunzel koydu… sonra da gokten 3 elma dustu. Biri sizin, biri evrenin, biri de bizim, tamam mi?
DAY 2 (16.04.2010) – Mossman Gorge and beyond
Gece bu kadar erken yatinca sabahin 6′sinda dikildim tabi. Disari ciktigimda, envai cesit bocegi selamlayip, Jess’in uyanmasini bekledim. Cok da gecmedi, uyandi zaten. Kahvaltimizi ettikten sonra hemen yola koyulduk.
Mossman Gorge – Draintree adli national park’ta yuruyuse ciktik.
Ardindan bir karavan duragi onunde gazimiza baktirdik. Sadece vanayi ters acmisiz, traji komikti. Gidip baska bir parkta sarj olduktan sonra (karavan hayatinin boyle onemli bir detayi var – max her 1,5-2 gunde, karavani elektirige baglayip sarj etmek gerekiyor. Bir de tabi su depolamak. Yani kendimizi doyurmamiz yetmiyor, evimiz de bizim gibi acikiyor ve yiyemezse devam edemiyor. ) yola devam ettik.
Kacinci baski farkindayim ama yollar, anlar o kadar zevkli ki, hala neden herkesin yanimda olmadigini anlayabilmis degilim. Altin yesil olsa bu renkte parlayamayacak yesilliklerin arasinda evimiz sanki samanyolu ciziyordu. Hic bir yerde durmasan bile sagli sollu rainforestlar, ucusan rengarenk ve kocaman kelebekler, altimizdan ara ara akan nehirler, viyadukler, tonsurton daglar, tepeler, vadiler. boylu boyunca envai cesit ve sekil tarlalar, rengarenk cicekler. kat kat bulutlar, hatta gokkusaklari bile… her an bir doga harikasina sahidiz burda. Goz kamastirici enerji icimizi dolup tasiriyor.
Her sehir veya mahallede mutlaka en az bir information center bulunuyor. Komisyonla calismadiklarindan en dogru bilgileri de ogrenebiliyoruz. Bir de pasaportumuz var, her birinden bir damga ve kod ad aliyoruz. Sonunda odul var fakat biz o kadar gezemeyiz herhalde. ‘Ama ya cikarsa’ diye de eksik de etmiyoruz hani
Ugradigimiz information center’dan bir ‘wine tasting’ kuponu kazanmistik, deneyelim dedik – Mt. Uncle Distillery. Barinda duran tatli adam bize bir marshmellow’lu, bir de kahveli likor denettirdi. Cok lezzetliydi.
Adamla sohbet de oyle. Damadi Turkmus. Kizi, bizim gibi dunyayi gezerken Izmit’te tanismis kendisiyle. Sonra da ailesinin bekledigi telefon gelmis: ‘evlenecegi adami Izmit’de bulmus’. Hep beraber Izmit’e gidip dugunlerinde ‘oynamislar’. Cok mutlu bir havasi yoktu acikcasi. Turk erkeklerinin kadinlari calistirdigindan, halbuki burdaki erkeklerin tum isleri paylastigindan bahsetti. Yemek ve temizlik islerini kendisi yaparmis mesela.
Aborijinlerin durumunu O’na da sorduk. Surekli alkol alip, kizgin olmalarini, tembelliklerine bagladi. Devlet onlara baktigindan artik kendilerini gelistirmek yerine, icip icip sapittiklarini soyledi. En azindan O’na gore sehirdekilerin aciklamasi buymus.
Bugun seyyar evimize biraz daha yerlestik. Esyalarimizi yerlestirdik ve son eksiklerimizi aldik. Alisveris sepetimiz gene marketin kendi urunleriyle doldu. Bu seferkinin adi Coles.
Aksam ise Malanda selalerinin yanindaki karavan kamp’inda kaldik. Buraya bakan adam, aksam vakti, eski bir Sharlo filminden cikmis gibi komik bisikletiyle yanimiza gelip merhaba dedi. Bir de sadece burda yasayan agac kangurularindan bahsetti. Istersek sabah gosterebilecegini de soyledi. Burda bedavaya kaldigimizi sanmistik ama sabah bu kangurulari gorme niyetiyle, adamin evinin yanina gidince bizden para isteyince hafif hayal kirikligina ugradik. Ama en azindan butun gece evimizi doyurmus, sorbesini, tatlisini, kahvesini bile vermistik. Afiyet oldu.
DAY 3 (17.04.2010) – A beautiful day of Waterfalls
Bugun evimizi biraz daha sahiplendik. Esyalarimizi yerlestirdik, artik icinde daha rahat hareket ediyoruz. Ardindan yola koyulduk. Agac kangurusunu aradigimiz zaman bulamadik ama tam umidi kesip oradan ayrilmak uzereyken, biri bize agac tepelerini isaret etti. Ve oley ilk kangurumuzu gorduk. Upuzun bir kuyrugu vardi. Yapraklardan besleniyormus. Yerim onu ben.
Gercekten degil tabi – deli bu insanlar yaw :p
Yagmur sezonunda oldugumuz icin selaleler siril sirildan ote gurul gurul akiyor. Ilk olarak Malanda selalesini gorduk.
Sonra Millaa Millaa
Sonra Zillie
Ve son olarak Ellinjaa
Bir de yol uzeri ‘cheese testing’ reklami gorup, iceri girip deniyince, keyfimize diyecek yoktu.
Innisfail uzerinden ‘A1/bruce’ adli highway’e baglandik. Dogu yakasini sanirsam hep bu yoldan takip ediyor olacagiz.
Aksam ise Etty Bay’de sahilde kalmayi umuyorduk. Vardigimizda cok mutluyduk cunku deniz dalgalari ninnimiz olacakti. Rahat rahat yemegimizi yedik, bulasigimizi yikadik. Sinekligimizi bagajimiza takip, arka terasimizi actik.
Tam seriliyorduk ki bir hatun yaklasti. Kamp yapmak yasakmis, geceyi orda geciremezmisiz. Eger istersek arkaya gecebilirmisiz ama orasi da paraliymis. Tuh otesi cunku hava da kararmisti ve ilk kuralimiz karanlikta kullanmamakti. Mecbur olduk, gectim direksiyona, amanin o ne yagmur… selale gibiydi mubarek. Gene karsimiza hayvan cikacak korkusundan yagmuru kafaya takmadim bile. Sapacak yol bulamadigimizdan baya yol aldik. Cowley beach oku nedense:p cazip ve anlamli geldi, saptik. Zifiri karanlik oldugundan tam olarak nerde oldugumuzu bilmiyorduk ama bir public tualet bulunca hemen yanina park ettik (bu arada bu halk tualetleri kafanizda canlandirdiginizin aksine, Hindistandakilerin yaninda bunlar 7 yildizli kalir diyim size). Bu gece tasarruf gecesi, evimizi sarj etmedigimizden isik yakmiyoruz. Dolayisiyla gene erkenden yattik.
DAY 4 (18.04.2010) – On the road – Cowley Beach to Homehill
Ve kalktim gene 6′da. Megersem ne de guzel bir yerde kalmisiz.
Kahvalti edip dustuk gene yollara. Avusturalya’nin yollari cok rahat. Karavanlar icin yapilmis sanki. Her daim kamp alanlari ve dinlenme noktalarinin isaretleri var. Ustelik eglenceli de sloganlar bulmuslar, yol boyunca pankartlara yazmislar: ‘Are we there yet?’ ‘How long to go dad’ ‘How long to go mom’ ‘Still a long way to go kids’. Bir de bunun sert versiyonlari var: ‘Break the drive, stay alive’ ‘Survive this drive’. En acimasizi ise ‘Rest or R.I.P.’ Bunun disinda, eger o yolda kaza yapilmissa, o da yaziliyor, ‘ekstra dikkat edilsin’ diyerekten..Virajda alman gereken hizdan tutun, tum hiz tesbit edici kamera yerlerine kadar hersey ayrintili veriliyor suruculere.
Gun boyunca guneye bastik gittik ta Cowley Beach’ten Homehill’e. Ingham ve Townswille gectigimiz buyuk sehirlerdi. Butun gun yolda oldugumuz icin, buzdolabimiz arabanin elektrigini kullanmis olsa gerek umidiyle, bu aksam da tasarruf edelim dedik. ‘Comfort Stop’ denilen bir yerde konakladik. Evimizi sarj etmek disinda hersey vardi burda ve cok temizdi. Her gece hem esyalarimizi, hem de kendimizi yikayacak mekanlar bulabildigimiz icin cok mutluyuz. Nasil bir rahatlik hissi veriyor, fiyufit. Mutluluktan sirinlerin muzigini soyluyorduk. Zaten Avusturalya yollari da sirinler koyunun yesil ve buyuk versiyonuydu adeta. Lalalalalala lalalalala… Kucuk evimizin sarkisi bu olabilir diye dusundum – cocukmuyum neyim ya :p.
Karavanda yasadigimiz icin pek sosyallesemiyoruz malesef. Ama burasi, ortak alani sayesinde oyle degildi ve sonunda birileriyle tanisabildik. Yanimiza gelen turist bir cift beraber kitap okuyordu, cok sekerlerdi. Baska bir karavanda 30 yaslarinin sonlarinda olan 2 kadin yarattiklari los isikta saraplarini yudumluyorlardi. Jess’in tanistigi baska bir cocugun da hayat hikayesi cok enteresandi. Annesi Hintli, babasi Turk’mus ve fakat O dogduktan sonra cocuk istemediklerine karar verince, bir yetimhabeye birakmislar. Daha sonra Alman bir kadin ile Yunanli kocasi evlat edinmis O’nu. O da simdi mutlu mutlu geziyor. Bayiliyorum bu hayata, insanlarla tanismaya lalalalalala…
DAY 5 (19.04.2010) – Homehill – Bowen – Airlie Beach – Whitsundays – Proserpine – Mackey
Bugun gene tam gaz yollardaydik. Aslinda Airlie Beach’te kalip Whitsundays’e gitmekti planimiz. Ancak minimum tur 115 aud’den baslayinca ve uzerine de hava kotu oldugundan snorkel goruntu kalitesi dusunce paramizi daha iyi yerlere harcayalim diye dusunup, ordan da ayrildik. Ama gelmisken soyle de bi gezmeyi eksik etmedik tabi.
Sahil ortasinda deve kervani gormek de bir acayip oldu tabi..
Yeni evlenen ciftin romantik kareleri ise buyuleyiciydi..
Bu arada hani internette maillerde resimleri dolasan kalp seklindeki adacik var ya – o burdaymis! Siz belki biliyordunuz ama ben yeni ogrendim bu heart reef’in burda oldugunu. Goremedim ama o ayri. Ucakla uzerinden gitmek icin 400aud istiyorlar. Oldu, gozlerim doldu :p Ben de size google’larim..
Karavanda bir omur yasanir mi diye dusunurken bugun, aksam kaldigimiz ‘Seewinds’ adli bu yer karavan parki olmaktan cikmis, insanlarin, daha cok yaslilarin yasam alanina donmus, bize cevabimizi vermisti. Kimisi barini kurmus onune, kimisi mutfagini tasimis bahcesine. Kaba bir hesap yapinca, heralde aylik odediklerinden ve daha ucuza getirdiklerinden, elektrik ve su masraflari dahil 500 dolara, sahil kenarinda yasamak hic de fena bir fikre benzemiyor, degil mi?
Bugun yolda gordugum atin uzerindeki 2 kus masal diyarindan kacmis gibilerdi. Uykuya dalarken onlar geldi aklima. Bir daha ki masal uydurmama onlari da ekleyemeye karar verdim:) Tatli ruyalar size de..
DAY 6 (20.04.2010) Mackey – Sarina – Marlborough – Rockhampton
23.30′da yatinca tabi gene dikildim 06.30′da. Deniz kenarina gidip biraz dalgalari izledim, dinledim. Ic sesim yavasladi. Garip ve guzel bir his, sanki pili bitmis bir ses gibi geliyor boyle zamanlarda icsesim, enerjisi ise tam tersi tabi.
Jess uyaninca kahvaltimizi edip ciktik gene yola. Bugun yolumuz uzun ama ilk once bir markete gidip kucuk eksiklerimizi tamamlamak istedik. Jess park ederken ben de turk usulu ‘gel gel’ yapiyordum kenarlara bakarak. Unutmusuz ki bizim karavanin bir de ust kati var, carpmasin mi demirlere. Sigorta paramiz yanmasin diye bir tamircide bulduk solugu. Kimseye soylemeyin olur mu O da saolsun sekerligimize dayanamayip bizden para istemedi.
Uhuyla yapistirip, 1 saat parkta bekledik. Jess de arada kreplerimizi yapti. Yardimci olan adama da bir adet nutellali ikram etmeyi atlamadik tabi. Bu arada J’nin muthis yemek yaptigindan bahsetmismiydim? Saolsun her ogun bir ziyafete donusuyor. Ardindan da kalanlari o kadar guzel avukadoyla karistirip salata haline getiriyor ki parmaklarinizi yalarsiniz. Yolculugumuz boyunca bu kadar lezzetli yemek az yedik saolsun
Simdiye kadar yolda hep ‘tavuzkusu veya kanguru olabilir, dikkat’ isaretleri gormusken, gozumuz anca bu isaretlere alisti ama hala bir gun daha gercegini gorememek acikcasi gayet sinir bozucu oluyor. Ustelik bugun onlara koala da eklendi. E hani nerdelerrrr, gormek istiyorummm ama lutfen ve lutfen kelebekler gibi camin onune atlamasinlar. Gecen gun bir kelebegi istemeden oldurdum diye icim parcalandi ve agladim bile zaten.
Aksam Rockhampton’a vardigimizda gene hava kararmak uzereydi. Dun sarj oldugumuzdan bugun tasarruf etmek istiyorduk. Fakat gel gor ki bedava kalacak bir yer bulamadik. Bir ara ormanin ortasinda kalsak mi diye durduk ama bugun tirlarin gectigi gun ve karanlik ve tualetsizlik ve susuzluk hendikaplarinin altinda ezilip, gidip gene kamp alaninda sarj olmaya karar verdik.
DAY 7 (21.04.2010) Rockhampton – Gladstone – Bundaberg – Harvey Bay
Ne komik siveleri var bu Avusturalyalilarin. Her kelimenin sonuna bi -ey ekliyorlar. Ve zaten yuvarlak ve hizli konustuklarinda cozmek zorken, bir de sonundaki -ey ekini ayiklayip anlaman gerekiyor mate. Sabah bana gunaydin diyen kadinin ne demek istedigini anlayana kadar kac takla attim. Megersem ‘what a bloody day ey’ degil de ‘what a blowy day’ diyormus. E o zaman oyle desene, ne yuvarliyorsun agzinda lafi teyzecim.
Bugun gene butun gun yollardaydik. Artik iyice kamyoncu kimligine burunmus hissediyorum kendimi. Zaten sali ve persembe gunleri burda tir kamyonlarinin gunu ve anlasilan o ki carsamba gunu de kacamak yapanlar var. Biz de onlar gibiydik. Mazallah :p yollara iyice alistik. Karsidan sirenli bir araba gecince, anliyoruz ki arkasindan 2 seritlik araba gececek, hemen yana cekiliyoruz. Bir ara benzinimiz bitmek uzere bir heyecan yasadik o kadar. Jess kullaniyordu o esnada. Bir 4. vitese takip basiyor, ardindan bosa alip tasarruf ediyorduk. Benzin isigi yandiginda neredeyse daha 60km vardi varacagimiz Gin Gin adli istikamete. Yokus asagilarinda ‘oley’ diye haykiriyor, yokus yukarilarinda ise annemizi cagiriyorduk. Sag saglim vardik neyseki. Ustelik vardigimiz yerin marketinde belki 25 senedir aradigim curly wurly adli cukulatayi da bulunca, benden mutlusu yoktu o an sanirsam.
2 gundur gereksiz evimizi doyurdugumuzdan bugun kesin tasarruf etmeye kararliydik. Ama kader o ki gene bedava kalacak bir yer bulamadik. En yakin yararlanabilecegimiz yer 30 mil guneydeydi ve git gel degmeyeceginden, buranin en ucuz yeri olan YHA Collonial Village’a geldik ve burdan yarin baslamak uzere 2 gunluk Fraser ada turunu satin aldik. Malesef bir yigin da para odedik. Gitmek icin en ucuz yollari arastirdigimizda, adaya 4×4 disinda bir aracla gidilemiyecegini ogrendik. Ya 8 backpackerciyla birlikte bu araclardan kiralayip 3 gun icin dudak ucurtucu bir bedel verecektik ve cadirlarda surunup, ekstra yemek parasi odeyecektik. Yada ayni bedeli 2 gunluk tur icin verip, hem tur rehberi esliginde, yatakli, yemekli, havlulu vs kalip araba kullanma derdinden kurtulacaktik. 2.si daha mantikli geldi. Avusturalyayi arastirirken, burayi siddetle onermislerdi. Umarim deger ama simdilik LP’den okuduklarim zaten yeterince heyecanlanmami sagladi. Dunyanin tek kum uzeri rainforest olan adasiymis burasi ve hatta dunyanin en buyuk kum adasiymis zaten. Neyse onumuzdeki gunler daha fazla bilgi toplayip donerim, ben yatar; Iyi geceler..
(p.s, ben bunlari gun gun yaziyorum ama anca bana yariyor. Saatine 10 dolar istediklerinden internete giremiyoruz ki.. bu ne pahalilik yaw)
DAY 8&9 (22-23.04.2010) Fraser Island Tour
Sabah 06.15de kalkip, hazirlanip evimizi parka cektik. Buzdolapdakileri zaten dun aksamdan dorm’un buzdolabina kaldirmistik. 07.15 kahvalti ardindan da 08.00′de bizi aldilar. 10dk’da marinaya vardik ve 15dk bekleyip bota bindik.
Sandal ile yarisabilir kivamda olan bu botla Fraser Island’a varmamiz herhalde yarim saati buldu. Hava cok bulutluydu, gunessiz bir hayatin ne kadar renksiz, soluk ve sonuk olabilecegini deneyimledik gene.
Arada karavan sirketimizi arayip (autobarn) tarihi uzattik. 17 Mayis yerine 3 Haziran’da Sydney yerine Melbourne’den geri vermeye karar verdik. Malesef karar degisikligimiz bize pahaliya patladi ama gene de bastan kiralamaktan cok daha ucuz oldu cunku anlasilan o ki Sydney ile Cairns’de karavan kiralama fiyati arasinda 2 katcik fark var!
Yaklasik 20 kisi bir otobuse bindik. Hersey cok organize gozukuyordu. Yurudugumuz alanlarin altini bile boyamislar. Amerika sistemliliginden adeta farksizdi.
Bindigimiz otobus ise cok eglenceliydi. Gidemedigi, giremedigi yol yoktu. Dolayisiyla icinde latin dansi yapar gibiydik. Adaya 4×4 disinda hicbir arac giremesinin sebebi de bu tabi.
Ardindan rainforestlarin icine daldik bu akilalmaz otobusle. Resmen agaclarin icinden geciyorduk. Beach filmindeki Leonarda’nun tripledigi sahneyi hatirlarsiniz. O an da aynen onun gibiydi. Oyun parklarindan farksiz, cok zevkliydi. Tur rehberimiz anlatmaya basladi, gerci yuvarlamasindan ve hizindan gene herseyi anlayamasam da anladiklarim soyleydi:
Bu agaclarin zemini kum oldugundan kokleri 10m’ye kadar inebiliyor ve fakat cok uzun olamiyorlarmis. Bir suru kirilmis ve dusmus agac var etrafta.
Yagmur ve ruzgar yuzunden zorlanip zemin de kum oldugundan cok kuvvetli olamayip devriliyorlarmis.
Sonra indik otobusten, yemek sonrasi rainforest yuruyusu yaptik. Yapraklar yola dusmus, yol olmuslardi.
Yururken bu devrilen agaclarin ortasinin bos oldugunu gordum.
Sordugumda ilk once icten olduklerini ve iclerinin bosaldiklarini soyledi rehberimiz. Gene insanlara benzettim onlari. Bir suru cesit de agac gorduk ve ogrendik.
En cok da okaliptus agaclarini. Burdaki agaclar o kadar kaliteliymis ki basbakan masalarinda kullaniliyormus. Aman ne guzel :p
Adadaki kumlarin % 98′i kuartzmis. 1973-1975 yili arasinda isleyip burdan baya cam cikarmislar ancak adaya zarar verdiklerinden daha sonra bu islemi ebediyen durdurmuslar.
120km uzunlugunda olan bu adanin maskotu ise Dingo cinsi bir kopek.
Zaten dingo asagi dingo yukari olmus durumda. Her yerde ‘be dingo safe’, ‘dingo tour’, ‘dingo aware’ tarzi yayilmalar var.
Bir kac sene once, bu kurt kopek karisimi hayvanlar, 7 yasindaki bir cocuk dahil bir kac insan oldurduklerinden, 1999′da adada 400 adet varken, devlet kimisini oldurmus, kimisini adadan surmus. Simdi ise 200 adet kalmis adada ve onlari da gozlemliyorlarmis zaten. Onlara yemek vermemiz yasak. Cunku insan yemegi yerlerse saldirganlasiyorlarmis.
Buraya hic kar gelmiyormus. Kisin en soguk oldugu zaman 18 dereceymis. Kumlar isiyi ve sogugu cok cabuk algiladiklarindan senenin sadece bir haftasi gece isi 6 dereceyi bulabiliyormus ama o kadar.
1800lu yillarda aslinda aborijinler yasiyormus burda. Butchulla denilen kabileymis burdakiler. Bir suru hastalik baslayinca cogu olmus, cogu da surulmus. Zaten basbakan Kevin Rud’in aborijinlerden ozur diledigini ve bunun uzerine bir demec yayinladigini hatirlarsiniz. Simdilerde ise sadece bir duzine kadar kalmis sadece. Tur rehberimize gene soruyorum aborijinleri – sehirde yasayanlar kadar bos degillermis burdakiler.. ‘Sadece eski geleneklerle yasayan bir topluluk kaldi mi’ diye sordugumda ise malesef kalmadigini ogreniyorum. Eski yontemlerle ava ciksalar dahi, gene de buzdolaplarinda sakliyorlarmis yiyeceklerini. Cok fazla onlarla calismadigindan, baska da birsey bilmiyor gibiydi konu ile ilgili
Ilk gun rainforest gezimiz disinda Basin adli bir gole gittik. Burdaki kumlar neredeyse bembeyazdi, kar gibiydi. O kadar ki islak yerleri ise gri gibi gozukuyordu. Golun rengi ise bebek mavisi. Muthis gozukuyordu. Butchullalar bu gollerde torenler yapiyormus ve onlar icin cok degerliymis. Hic dokunmamislar buralara. Sadece yagmur suyu varmis icinde.
Daha sonra da McKenzie adli buranin en meshur golune gittik. Ilkinden cok daha buyuktu ama renkler ve his ayniydi.
Bu gollerde cok fazla besin olmadigindan sadece asid kurbagalari yasiyormus. Yuzeye gelen bocek ve sinekleri yiyerek besleniyorlarmis. Ve fakat su fareleri ise cogu yasayan balik ve kurbagalari oldurdugunden, cok fazla canli da yasayamiyormus bu gollerde.
Bir ara rehberimizin yanina gidip sohbet ettik. 8 aylik cocugu varmis ama evli degilmis. Daha once zaten Avusturalyalilarin gunumuzde pek evlenmedigini ogrenmistik. 2 yil beraber yasadiktan sonra evlilik kurallarinin gecerli oldugunu ise bugun ogrendik.
Gunes batisini da resmetmeden gecemiyecegim..
2.gun ise 4×4 otobusumuzle sahil boyunca gittik. Filmde gibiydik.
En onde oturdugum icin ayri buyuk bir zevk aldim.
Bir ara Maheno adli geminin kalintilarini gormeye gittik. Zamaninda Japonlar carpmis buraya.
Daha sonra Pinnacles adli yere geldik. Kum firtinalari sayesinde peri pacalarina benzer bi goruntu olusmus burda. Adada bulunan 75 degisik renkte kumun cogunu gorme sansina eristik.
Adada sadece 3 adet kaya varmis. Bunlarin en buyugunun adi Indian Head. Manzara burdan muthisti. Hafif bir esintinin altinda kisa bir meditasyon cok iyi geldi.
Ardindan ‘sampanya havuzu’ diye adlandirdiklari yere gittik. Pasifik okyanusu burda buyuk dalgalarla bu havuzlara carptigi icin icinde kabarciklar olusuyor. Adini da yalandan ‘sampanya havuzu’ koymuslar. Reklami baya iyi becerdikleri kesin.
Son olarak da buranin en buyuk deresi olan yellow creek’de kahve ve kurabiye keyfimizi yaptik.
Adada dingo disinda gordugumuz hayvanlar ise soyleydi:
Turda tanistigimiz tum insanlar da cok sekerdi. Simdiye kadar hayatimda tanidigim en ilginc ciftle tanistim. Irlandalilar.
Ama en cok 19 yasindaki Laura adindaki alman kiz ilgimi cekti. Bu kizin dedesi naziymis ve hatta nazi kamplarinda calismis. Laura, dunyayi gezerken sadece bos bos para harcamak istemediginden, sosyal sorumluluk projesi almis kendine ve Sydney’de yasayan holokost madurlariyla birlikte zaman gecirmis. Annesi, dedesine kesinlikle anlatmamasini onermis ve ama Laura yaptigindan cok memnundu. Bir suru bilgi edindigini ve kendini gelistirdigini soyledi. O insanlarin da onunla calismis olmasi zor olsa gerek diye dusundum ama hic de olmamis. Cok yardimci olmuslar O’na ve cok sevgi dolu davranmislar.
Okudugum kitap sayesinde Frser adasi hakkinda aslinda cok daha fazla bilgi edinebildim. Gene isterseniz paylasabilirim (vanessataragano@gmail.com).
Her ne kadar bu turu baya abartilmis bulsam da yapmis oldugum icin memnunum diyebilirim. Ama butceli gidiyorsaniz, yapmasaniz da olur derim. Bilginize :p.
sevgiler..
RCV – our house in Australia
APR 17TH
Posted by vanes in Avusturalya 2 comments
Burasi bizim 33 gunlugune kiraladigimiz kucuk evimiz. Hosgeldiniz
Gunduzleri masamiz aksamlari yatagimiz oluyor. On koltuklarimiz balkonumuz, arka kapimiz ise terasimiz. Kucuk bir mutfagimiz ve buzdolabimiz da var.
Plakasi da guzel bir isaret degil mi? RCV. Bildiginiz gibi bu karavanlara RV de deniyor. R cesi vanessa 5m2 olsa da kendisine su an asigim.
13-16.04.2010 CAIRNS
APR 16TH
Posted by vanes in Avusturalya No comments
Darwin’den daha kucuk bir yer olmasina ragmen bence daha cok yapacak sey ve gorecek yer var burda.
Streets of Cairns:
Night Market:
Elbette burdaki Night Market’in, Hindistan ve Tayland’dakilerle alakasi bile olmasada, bir yilanin fareyi gozumuzun onunde yemesi ve Jess’in uzerinde gezmesi gecemizi unutulmaz kilmayi becerdi.
Ayrica marketin onunde bir de Aboriginal galerisi gezme firsatimiz oldu. En sevdigim enstruman olan didjeridunun da en buyugunu gordum burda.
Our Accomodation:
Caravella adli dorm’da kaldik. Gecesine 18 dolar vererek biraz daha tasarruf edebildik ama burasi bildiginiz liseli genclerin yatakhanesi. En buyugun ben olmasindan endise ederken neyseki altimda kalan adam 50 kusur yaslarindaydi. Ve o yasta backpack yapmasina asik oldum diyebilirim. Isvec’liymis ve her sene bazen karisi ve cocuguyla bazen de yalniz backpacker modunda seyahat edermis. Aksamlari resepsiyonda ogretmen / rahibe kilikli 70li yaslarinda bir kadin var ki o da catlak otesi birine benziyor. 23.00′den sonra dorm’da disarda kalan herkesi kovdugundan kil olunabiliyor ama sohbet edince aslinda ne kadar da deli ve yasam dolu oldugunu gorebiliyorsunuz. Skydiving, bungee jumping.. ne isterseniz yapmis.
‘The Korean Single Night Celebration’
Kore’de her 14 Nisan bekarlar bekarliklarini kutlarmis. Tanistigimiz Guney Kore’li kiz sayesinde hem o gunu kutlama hem de Kore yemegi yeme firsatini edinmis olduk. Gunun geleneksel yemegi olan siyah fasulyeli ve domuzlu bir yemek pisirdi bize. Cok lezzetliydi amma gunun anlam ve onemi daha da bi lezzetliydi bence
Sightseeing:
2 modern art galerisi gezdim lalala
1. Centre of Contemprary Arts
Burda en cok hosuma giden donation box’lariydi. Tim Burton’in eseri gibi durmuyor mu?
2.Art Gallery
3 katli bir galeri olan bu modern sanat galerisinin ilk katinda Avusturalya’nin en onemli fotograf sanatcilarindan Max Dupain’in fotograf sergisi vardi.
Orta katinda ise video artlar vardi. Sizi sikmamak icin derine inmeyecegim ama cok guzeldi. Merakli olanlarla ayrica notlarimi paylasabilirim (vanessataragano@gmail.com)
En ust katinda ise Glen O’Malley’nin Pet Show adli sergisi vardi. Turlu turlu evcil hayvanlarla sahiplerinin resimlerini cekmis ve aralarindaki gercekci anlara deyinmis. Aslinda hic de mutlu kareler degildi bunlar. En mutlusu gozuken bu rengarenk kafesteki kus bile sonucta hapsolmustu.
08-12.04.2010 DARWIN
APR 12TH
Posted by vanes in Avusturalya 1 comment
Our Accommodation:
Sabahin korunde geldik buraya uykusuz, yorgun, ac – nerdeyse wah halimize diyeceksiniz dimi? Bence de komigiz. Gulunecek halimize aglayacaktik yagmur altinda kalip en ucuz accommodation’in 25 dolarlik dorm oldugunu ogrenince. DINGOMOON LODGE. Dingo’nun ahiri gibi odayi 8 kisi paylastik. Ustelik yatagimin ortasi da cukurdu. Gece yatarken sorun yoktu ama sabaha dogru ilk ay halini aliyordu silte. Neyseki tum kardeslerimiz birbirinden sekerdi ve tualet vs her daim tertemizdi. Ama bu dorm olayi hala garibime gidiyor. Kucuklugumde gittigim yaz kampina da benzemiyor cunku orda sadece kizkiza ve otel odasi gibi kaliyorduk. Hic kardesim olmadigindan acaba buna benzer birsey mi diye dusunuyorum?
Our Food and nightlife:
Asya’dan sonra buranin butcesi bizi soka ugratti. Minimum bir cafe’den 15 aud’in altina cikamiyinca careyi herkes gibi markete (coles) gidip gunluk yemeklerimizi alip dorm’da kendimiz pisirmede bulduk. Bence bu bile cok zevkliiililili
Aksamlari ise dormdan verdikleri bir kart sayesinde bir backpacker barinda 5 dolara kotariyorduk. 2,5 aud kola icin, 2,5 aud ise bir tabak o gun cikan yemekler icin. Burasi dedigim gibi ayni zamanda bir bardi ve sonunda oduller verdikleri cesitli oyunlar oynatiliyordu. Son gece Litchfield parkina yer kazanabilmek adina nerdeyse baskasinin corabindan bira icecektim iykkkk ama tabi yapamadim. O yuzden son turda oyunu baska bir kiza kaybettim.
Bu bar disinda bir de herkesin geceyi bitirdigi Mansoon adinda bir bar vardi. Disaridan bar gibi gozukse de icerisi bir club’di ve gene cheesy muzikler beni benden aldi uff. Yemin ederim su muzik durumlari haric yasadigim her andan asiri zevk aliyorum.
Aborijinler:
Merkez cadde olan Mitchell sokaginda yururken bir suru aborijinler gorduk. Umarim tek gorecegimiz yerliler bunlar olmaz cunku bunlarin hepsi sarhos ve cok kizgin. Dolayisiyla hic bir sey anlamadim. Sadece bir kaci geleneksel 2 cubuk vurusuyla muzik yapiyordu. Didjeridu satan bir suru dukkan var ama calan aborijin de goremedim. Aslinda devlet onlara bakiyormus ama onlar sanirsam icip bagirmayi tercih ediyorlar. Heralde sehir yerlileri bunlar diye atiyorum. En azindan gozuken durum buydu. Sadece Mansoon’da gordugum bir tanesiyle gulusebildim o kadar.. Bu yuzden bu chapter’i gercegini deneyimleyene kadar erteliyorum izninizle..
Ilk Izlenimler:
Asya sonrasi butce sokumuzdan zaten bahsetmistim. Bir gun sehrin etrafinda dolanmak icin bisiklet kiralayalim dedik. 4 saatlik bedel 20aud olunca ondan da vazgectik, yurumek pabuca mi girmis hih :p Gelgelelim otobus ve ucak fiyatlandirma sacmaliklarina. Bundan sonraki istikametimiz Cairns. Ucuz olsun diye otobusle gitmeyi dusunuyorduk ancak otobus 400aud, ucak ise 200aud oldugunca elbetteki ucagi tercih ettik.
Bunun disinda kapilarda zil bile yok. Bu kadar bireysel yasayan bir topluluk yani. Evlilik oranlari da baya azmis zaten. Cogunluk evlenmeden birlikte yasiyor, cocuk doguruyormus. Tanistigimiz bir Turk’un anlattigi kadariyla beraber yasayarak da birbirleri uzerinde hak kazaniyor, ayrildiklarinda nafaka isteyebiliyorlarmis.
Kuslar bile sasirmis sanki, ucmalarindan cok yuruduklerini goruyorum.
Streets of Darwin:
Sightseeing:
Aslinda buraya yakin gidilmesi gereken Kakadu ve Litchfield adli national park’lar var. Ancak gunlugu 100aud oldugundan ve zaten ileride de boyle yerler gorecegimizden bu turlari almadik. Sehrin merkezine yakin Strikes Hill Wharf adli bir yer onerdiler ki amanin, nesini onerdiler pek anlayamadik. Denizanalari yuzunden denize giremeyip tadini almak isteyenler icin yapay bir dalga havuzu yapmislar. Canimiz bile cekmedi, simarikligimiza gelin :/…
Ilk Is Deneyimlerim:
Ilk gun sehir merkezini kesife cikmak niyetiyle yururken bir Turk restoranina rastladik. Zaten calismak hep aklimizda vardi. Tasarruf etmek icin sansimizi deneyelim, is var mi diye soralim dedik. Saolsunlar ok dediler – Jess 12.00-17.00 arasi Istanbul adli fast food dukkanlarinda yemek isine girdi. Ben ise sokaklarda 16.00-20.00 arasi Alaturka adli restoranlarinin kartvizitlerini dagittim. Jess calisirken zamanimi Northern Territory kutuphanesinde gecirdim. Hem bedava internet verdiklerinden, hem de hos bir ortam sagladiklarindan, keyfim cok tatliydi orda.
Flyer dagitma isinin ise hic bu kadar sikici olacagini tahmin etmemistim acikcasi. Bundan sonra flyer dagitan insanlara cok sicak ve tatli davranacagim Aslinda sikici dememin tek sebebi 2 gun boyunca 4′er saat ayni hareketle ayni seyleri soylemek baydi ‘Hello, have you tried our restaurant? It’s delicious. Thank you.’ Yoksa elimden geldigi kadar kendimi gelistirdim zaten. Gormemezlikten gelenler, gorup sanki dovecekmisim gibi kacanlar, yolunu degistirenler bir damla bile sinirimi bozmadi. Onun yerine onlara da cok sicak bir tesekkur ederek geri gelip karti almalarini bile saglayabildim. Bunlari yapanlar zaten genelde turistlerdi. Avusturalyalilar ise cok sicakti. Uzerine cok tesekkur bile ediyorlardi. Bunun yanisira insanlari izleme firsatim oldu. Karsilarina cikan firsatlari bakmadan bile nasil geri teptiklerini, kimisinin ise firsat olabilir diye ne dagittigimi gormek icin yanima geldiklarini, kimilerinin yururken yere baktiklarini, kimilerinin ise cevreyi nasil gozlemlediklerini, kimisinin tanimadigi bir insana ne kadar sicak, kimisinin de ne kadar mesafeli olabilecegini… Fotografik hafizami gelistirme firsatim da oldu. Cunku bir gecen bir daha gecebiliyordu, ve tekrar onlara karti vermek her ne kadar onlari sinirlendirmese de beni uyuz ediyordu. Bu yuzden daha dikkatli davranarak birden fazla gecenlere sadece gulumsemeye calistim. Onlarin da cok hosuna gitti. Sohbete gelip vaktin gecmesini sagladilar saolsunlar. Bu arada Jess’in 3 aydir fistikli kebap aserip sonunda bulabilmis olmasini da hayretle alkisliyorum.
Ikinci gunku is deneyimim ise tepetaklakti. Gerizekali ben uyku ve yorgunluk sersemi iphone’umu bir gece once tualette unuttugumdan sabahin korunde kalkmama ragmen bulamadim. Resepsiyona kostum, ama onlarin da haberi yoktu. Ben de tualetin kapisina not biraktim ‘Merhaba, Dun iphone’umu burada unuttugumda resepsiyon kapaliydi, bu yuzden aksam calinmasin diye benim icin alip uyaninca resepsiyona biraktiginiz icin cok tesekkur ederim. Yoksa polisle IMEI numarasindan izlemek durumunda kalacagim.’ Ancak butun gunduz haber cikmayinca, is sahiplerine calismak istemedigimi cunku moralimin cok bozuk oldugunu soyledim. Ancak onlari da zor durumda birakmak istemiyordum. Gene de calismami rica ettiklerinden ben de kendimi tiyatrocularin/sanatcilarin isini deneyimleyerek gelistirdim. Moralim o kadar bozuktu ki, hic birsey yokmus gibi gulmek cok zoruma gitti. Bir taraftan da kafami salakligimdan uzaklastirmak icin bu Turk restorantlarina firsatlar yaratarak gecirdim. Ve onlara is deneyimlerimden yararlanarak sozlu bir kac tiyo verdim.
Dorm’a geri donerken tum yolu iphone’umu bulmak icin dua etmekle gecirdim. Vardigimda Jess’in surati herseyi anlatiyordu zaten, haber cikmamisti. Yikilmistim.Bir kagit kalem alip bu sefer board’a ‘telefonumu getirene 500aud verecegimi ve baska hicbirsey yapmayacagimi’ yazip astim. 2dk gecmeden Jess’in telefonu caldi. Bu aradaki sure o kadar kisaydi ki bir yandan acaba kagidi gormemis olabilirler mi dusuncesiyle Jess’e sordum. O kagidi yirtarken ben de cocogun yanina gittim. Gordugumde ‘onu oldurecegimi’ soyledim. O da piskin piskin ‘neden ki, calinmasin diye sakladim’ dedi. ‘Peki cok tesekkur ederim’ dedim, belki de gormedigini tekrar umarak. Ama ardindan ‘biliyorum o senin hayatin’ dedi ki kagida da aynen oyle yazmistim. ‘O zaman 500aud’yi de istiyorsun’ demek durumunda kaldim. O da ‘olur neden olmasin ama istersen de verme’ dedi. Ben de ‘tabiki vermek istemiyorum’ dedim. O da suratini bozdu. Aslinda onun icin degil evrenle olan hesabimdan dolayi bu kalpsiz insana 100aud verdim ve soklar icinde Jess’in yanina dondum. 2 gundur calistigim tum para gitmisti ama en azindan telefonuma kavusmustum. Bu cocugun yuzsuzlugunu de hayatim boyunca unutamiyacagim sanirsam. O aksam esyalarimizi toplayip ayrildik ordan.
First Couchsurfing Experience:
Cleva, 3 gercek cocugu var. Sonradan ogrendigimiz kadariyla bir futbol takimi kuracak kadar da mesru cocugu var. Antropolijist olmasinin yanisira sperm donorlugu yapiyormus. Cok tatli ve guleryuzlu bir hippiydi kendisi. Cocuklari ise ondan bile tatliydi ve ustelik cok da iyi anlasiyorlardi. Ablasina giderken kullandiklari aile araclarini gormeniz gerek, 1 baba, 2 kizi, 1 kopek:
Babalari da onlarla cocuk olup berabercene cok egleniyorlardi. Burada son 1,5 gunumuzu gecirdik ve sayesinde evimiz kadar rahat ettik. Kac gecedir sadece et yemekten bize birsey olmustu ama Jess saolsun 100. gunumuzde bize cok guzel bir sebze yemegi yapti yumyyy. Benim Cleva’ya katkim ise semazen donusunu ogretmek oldu.
Cleva’nin hayali de bir enteresandi. Babasi son zamanlarda maden isinden baya para kazanmis, bu yuzden ondan biraz arsa almasini istemis. Hayali ise tum cocuklariyla birlikte orda bir topluluk olusturmak ve bir kac aya da bunu gerceklestirecek! Kendisine basarilar ve mutluluklar diliyor, bu sehirden ayriliyoruz…
Kaydol:
Yorumlar (Atom)